YEDİ BAŞLI EJDERHA
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu dağdan taştan çokmuş. Çok söylemesi gayet günahmış. Bir memlekette bir adam yaşarmış, bir oğlu bir kızı varmış. Okula giderlermiş, orada yedi başlı bir dev yaşarmış. Beğendiği, sevdiği kızları gelir çalar götürürmüş. Kız arkadaşlarıyla pınara su içmeye gelince dev gelip kızı kaçırmış, almış gitmiş. Dağı taşı aramışlar, deli olmuşlar bulamamışlar. Oğlan okula gider gelirmiş, bacısının arkadaşlarını görürmüş ama kızı devin kaçırdığını söylemezlermiş. Bir gün oğlan bu kızlarla dövüşmüş. Kızlar: “Git ulan, pis! Gücün bize mi yetiyor? Bacını yedi başlı dev götürdü, asıl ona gücün yetsin” demişler.
Oğlan bunu duyar duymaz koşa koşa eve gelmiş: “Ana, durum böyle böyle. Bacımı yedi başlı dev kaçırmış. Ben gidip bacımı bulacağım, yedi başlı devden kurtaracağım” demiş.
Anası: “Etme oğlum, gitme oğlum. Kız gitti gitmeye, dev seni de yer, bizi bırakmaz” dese de baş edememişler.
Oğlan: “İlle bana bir haftalık azık hazırlayın, gidip bacımı bulacağım” demiş.
Anası buna bir haftalık azık koymuş. Oğlan gitmiş gitmiş, bir ormana rastlamış. Ormanda bir çalının dibine yatmış uyumuş. Uyuyunca rüyasında demişler ki: “Bu çalı peygamber efendimizin buraya dökülen kanının yerinden çıktı. Çalıdan bir değneklik keser de eline alırsan, kılıç gibi kime çalarsan keser, sana güç kuvvet yetmez” demişler.
Oğlan uyanınca hemen çalıdan bir değneklik kesip eline almış. Yola devam etmiş. Az gitmiş uz gitmiş, vara vara bir dağın başına varmış. Dağın başında koca bir ev varmış. Meğer bu ev devin eviymiş. Varsa ki bacısı yalnız başına evde otururmuş. Dev de dışarı çıkmışmış.
Kız: “Aman kardeşim, nereden geldin, nasıl geldin? Şimdi dev gelirse seni öldürür. Çabuk buradan kaç, kurtul.”
Oğlan: “Yok. Ben seni kurtarmaya geldim. Seni de götüreceğim. Sen bana dev gelince nerede yatarsa orayı göster.”
Kız: “İşte şurada sandığın dibinde yatar” demiş.
Oğlan sandığa girip saklanmış.
Kız: “Dev eve girince senin kokunu alır, bulur.”
Oğlan: “Yok sen benim üstümü ört” demiş.
Bir de dev gelmiş ki gümül gümül ortalığı inletmiş “Fatma” diye seslenmiş.
Kız: “Ne diyorsun?”
Dev: “İnsanoğlu eti kokuyor.”
Kız: “İnsanoğlu buraya nereden gelecek. Git şurada dişinin dibini kurtla, dişinin arasında bir insan kalmıştır. Bu dağın ardına kim gelecek? Var yerine yat” demiş.
Dev yatıp uykuya dalmış. Bir süre sonra da horlamaya başlamış. Bu horlarken oğlan sandıktan çıkıp değneği devin başına çalar çalmaz başını kesmiş atmış.
Dev: “İnsanoğlu, bir daha vur!”
Oğlan: “Yok. Ben anamdan bir doğdum. Bir kere vururum bir daha vurmam” demiş.
Bacısını alıp yola düşmüşler. Hemen her tarafa ün olmuş bir yiğit gelip yedi başlı devi kesti, bacısını kurtarıp alıp gitti diye duyulmuş. Bunlar yolda geçerken bir ormana girmişler bakmışlar ki babayiğit bir adam meşeleri kökünden tutup söküp söküp atıyor. Yanına varmışlar: “Selamünaleyküm arkadaş.” demiş bizim oğlan.
Adam: “Aleykümselam.” demiş.
Oğlan sormuş: “Arkadaş, bu ne babayiğitlik? Bu meşeleri nasıl söküp söküp atıyorsun? Yedi başlı devi öldüren benim. Bana arkadaş olur musun?”
Adam: “Olurum.” demiş
Oğlan: “Beni bekle, Cuma gününe dönerim. Bacımı bırakıp gelir seni alırım” demiş.
Biraz daha gitmişler. Bakmışlar ki ne görsünler. Yiğit bir adam koca koca demirleri yağlayıp yağlayıp tek parmağında köteleyip atıyor:
Oğlan: “Selamünaleyküm arkadaş.” demiş
Koca adam “Aleykümselam.” demiş
Oğlan: “Arkadaş, bu ne babayiğitlik? Bu koca koca demirleri nasıl kaldırıp kaldırıp atıyorsun?”
Koca Adam: “Aman arkadaş, ne kadar olsam da yedi başlı devi öldüren kadar yiğit olamam.”
Oğlan: “Yedi başlı devi öldüren benim. Benimle arkadaş olur musun?”
Koca Adam: “Olurum tabii.”
Oğlan: “Öyleyse beni bekle, Cuma günü geleceğim” demiş.
Oradan da devam etmişler. Gele gele gelseler ki bir adam koca değirmen taşlarını serçe parmağına takıp takıp köteliyor: “Selamünaleyküm arkadaş.”
“Aleykümselam.”
Oğlan: “Arkadaş, bu ne babayiğitlik? Bu değirmen taşlarını nasıl köteleyip köteleyip atıyorsun?”
Değirmenci Adam: “Aman arkadaş, ne kadar olsam da yedi başlı devi öldüren yiğit kadar olamam.”
Oğlan: “Yedi başlı devi öldüren benim. Benimle arkadaş olur musun?”
Değirmenci Adam: “Olurum.”
Oğlan: “Peki beni bekle, Cuma günü gelip seni ararım.”
Oradan çıkıp eve gelmişler. Oğlan: “Ana, işte kızını aldım geldim. Bana bir haftalık azık daha hazırla ben geri gideceğim.”
Anası: “Aman oğlum, gitme. Yeni geldin, dinlen” dediyse de oğlan dinlenmemiş.
Anası bir haftalık azık hazırlamış, oğlan yola çıkmış. Yoldan bir bir değirmen taşını atanı, demir köteleyeni, meşe sökeni de yanına alıp dört arkadaş olmuşlar. Vara vara öldürdüğü devin evine konaklamışlar.
Oğlan: “Bakın arkadaşlar, günde birimiz evi bekleyecek. Üçümüz de gidip av avlayıp erzağımızı temin edeceğiz.”
Önce meşe söken evde kalmış. Ötekiler gidip av avlamışlar. Kuş kuşlamışlar, meşe söken de evde yemeklerini pişirmiş. Pilav pişirmiş, üstüne bir keklik kızartıp koymuş. Arkadaşlarının yataklarını yapıp onları beklemeye başlamış. Yatağına uzanmış dinleniyormuş. Kapılar bir bir açılıp tıkır tıkır bir kuru kafa gelip: “Biraz pilav ver” demiş.
Meşe söken kalkıp bir tabak pilav vermiş.
Kuru Kafa: “Ben bununla doymam ki” demiş.
Meşe söken de korkup: “Hepsini ye” demiş.
Kuru kafa oturup hepsini yiyip çıkıp gitmiş. Akşam olunca arkadaşları avdan dönmüşler.
“Arkadaş, ne yaptın? Yemeğimiz hani?”
Meşe Söken: “Pişirdim ama yok” demiş.
Ne oldu, nasıl oldu diye ısrar ettilerse de meşe söken söylememiş. Ertesi gün evde demir atan kalmış. Diğerleri ava gitmişler. Demir atan da kalkmış köşeyi bucağı temizlemiş. Getirdikleri kuşları yolmuş yıkamış. Bir de pilav pişirip etleri kızartmış üstüne koymuş. Yine kuru kafa şordan gelip pilav istemiş. Bu da korkusundan pilavın hepsini kuru kafaya vermiş. Akşam olup da arkadaşları gelmeye bakmışlar ki yine yemek yok. Ne oldu söyle diye zorlamışlarsa da demir atan söylememiş. Ertesi gün: “Bu gün de sen kal değirmen taşı köteleyen” demişler.
Sabah olunca diğerleri çıkıp ava gitmiş. Bu da kalkıp her yeri temizleyip yemekleri pişirdikten sonra yatakları yapıp üstüne uzanmış. Kendi kendine: “Öteki ikisi beceremedi herhalde. İşte yemek de hazır, yatak da” demiş.
Bir de baksa ki tıkır tıkır kapılar açılıp şordan bir kuru kafa çıkagelmiş.
“Biraz pilav ver” demiş.
Hemen adam kalkıp tabağa biraz pilav doldurmuş.
Kuru Kafa: “Ben bununla doymam ki.”
Adam: “Korkusundan al hepsini ye” demiş.
Kuru kafa bütün yemeği yiyip çekip gitmiş. Akşam arkadaşları avdan gelse ki yine yiyecek içecek bir şey yok.
“Aman arkadaş ne oluyor, niye söylemiyorsunuz?” derse de üçü de biliyor ya korkusundan oğlana söylememişler.
“Yarın senin de başına gelir görürsün” demişler.
Yataklarına yatmışlar, sabah olunca oğlanı evde bırakıp bu üçü ava gitmiş. Oğlan kalkıp pilavı pişirmiş, etleri kızartmış üstüne koymuş. Yatakları yapıp değneğini de eline alıp kapının arkasına saklanmış. Bir de baksa ki tıkır tıkır kapılar açılmış. Bir kuru kafa kapıdan girip “biraz pilav ver” demeye kalmamış ya oğlan sopayla vurunca kuru kafa kendini dışarı zor atmış. Bu kaça kaça bir kuyuya girmiş. Oğlan oradan dönüp: “Sen hele burada dur, ekmeğimizi yiyelim de ben seni oradan çıkartmasını bilirim” demiş.
Arkadaşları gelse ki ne görsünler? Yemekler, yataklar hazır.
Oğlan: “Gelin arkadaşlar, insan kuru kafadan korkar mı? Bana niye söylemediniz? Üç gündür bizi aç bıraktınız. Gelin yemeğimizi yiyelim de şurada bir kuyuya girdi, gider ben onu çıkartırım” demiş.
Bunlar yemeklerini yemişler, ellerine bir urgan alıp kuyunun başına varmışlar. Önce meşe sökenin belinden bağlayıp kuyuya salmışlar. Biraz salınca “yandım” diye bağırmış, çekip yukarı çıkartmışlar. Sonra demir atanın belinden bağlayıp sallamışlar o da “yanıyorum” diye bağırınca yukarı çekmişler taş köteleyeni sallamışlar o da “yandım” diye bağırınca çekip yukarı çıkartmışlar. Bu oğlan ipi beline bağlamış:
“Arkadaşlar, ben yanıyorum dedikçe aşağı sallayın, yanıyorum dedikçe aşağı sallayın. Sakın yukarı çekmeyin” demiş.
Oğlanı kuyuya indirmişler. Oğlan kuyunun dibine varsa ki köşede bir dev yatıyor. Hemen sopasını başına vurunca kellesini kesmiş. Kenara koymuş. Oradan yürüyüp bir odaya girmiş ki dünya güzeli bir kız odada gergef işliyor. Dört oda açmış dördünde de bir dünya güzeli oturmuş, bir iş görüyor. Bunları bu adam alıp kuyunun ağzına getirmiş. Önce büyük kızın belinden bağlayıp:
“Çekin yukarı bu meşe sökenin hakkı” demiş. Yukarı çekmişler. Sonra ortanca kızın belinden bağlayıp:
“Çekin bu demir atanın hakkı” demiş. Ondan sonra üçüncü kızın belinden urganı bağlayıp:
“Çekin yukarı bu taş köteleyenin hakkı” demiş. Yukarı göndermiş. En küçüğü de kendine bırakmış. Küçük onlardan daha güzelmiş.
Kız: “Bak yiğidim, gel önce sen çık, beni gönderirsen seni yukarı çekmezler, kuyuda kalırsın.”
Oğlan: “Yok, önce sen çıkacaksın” demiş.
Urganı bu kızın beline bağlayıp yukarı göndermiş. Kızı çekip kuyudan çıkartmışlar. Kız kuyudan çıkarken: “Bak yiğidim, madem önce sen çıkmıyorsun, (saçından iki tel kopartıp) şu kılları al. Eğer seni yukarı çıkartmazlarsa bu iki kılı birbirine çal. Biri kara biri beyaz iki koç gelir. Sakın ola ki kara koça binme. Binersen seni yedi kat yerin altına götürür. Beyaz koça sıçra bin, o seni yeryüzüne çıkartır” demiş.
Oğlan kılları alıp koynuna koymuş. Kız yukarı varınca: “Bak şuna, en güzelini kendine koymuş. Bırakalım kuyuda kalsın, kızları alıp gidelim” demişler.
İpi aşağı bırakıp kızları alıp gitmişler. Oğlan bunların gittiğini anlayınca hemen koynundan kızın verdiği kılları çıkartıp birbirine sürmüş, bir de bakmış ki biri kara biri beyaz iki koç vuruşa vuruşa gelmişler. Oğlan karaya basıp beyaza bineyim derken yanlışlıkla beyaza basıp karaya binmiş. Yedi kat daha yerin tabanına inmiş, inmiş ki yedi kat yerin dibinde karanlık bir odada yaşlı bir nine oturuyor. Yanına varıp: “Nene, susadım, bana bir tas su ver de içeyim.”
Nine: “Vah yavrum, suyumuzun yolunda bir ejderha yatar, her gün bir kurban veririz. O bunu yiyene kadar gider, suyu doldururuz. Suyum tükenirdi, veremem. Bu günde sıra padişahın kızına geldi. Ejderha onu yiyene kadar biz de suyumuzu dolduracağız” demiş.
Öyle mi, öyle. Hemen değneğini eline alıp çeşmeye varmış. Çeşmenin beri tarafında bir çınar ağacı varmış. Oğlan varıp çınar ağacının altına uyumuş. Bağrı biraz uykuya varınca bir gürültüye, patırtıya uyanmış. Baksın ki bir ejderha ağaca tırmanıyor. Ağacın tepesinde de kuş yavruları var mı? Çırım çırım çığrışıyorlarmış. Meğer bu yavrular Zümrüdü Anka kuşunun yavrularıymış. Her sene bu ejderha gelir yavruları yermiş. Oğlan değneğini çalar çalmaz ejderhayı ağaçtan aşağı almış. Öldürüp yavruları kurtarmış. Tekrar ağacın dibine yatıp uyumuş. Padişahın kızı da gelmiş sırasını beklermiş. Oğlanın ejderhayı öldürdüğünü görünce hemen elini kana batırıp oğlanın sırtına vurmuş. Çekip babasının evine varmış. Hemen dellallar çağırıp: “Bir babayiğit geldi, ejderhayı öldürdü. Suyumuz kurtuldu. Duyduk duymadık demeyin” demişler.
Oğlan orada yatarken Zümrüdü Anka kuşu gelip tam oğlanı öldüreceği sırada yavrular yuvadan çığrışmışlar ki: “Aman ana, o bizim canımızı kurtardı” demişler.
Kuş dile gelip: “Ey insanoğlu, sen bu dünyadan değilsin, ejderhayı öldürmüşsün. Yavrularımı da, padişahın kızını da kurtarmışsın. 70 yıldır bu ejderha benim yavrularımı yerdi. Bir yavru yetiştirip de yuvadan uçuramadım. Bu iyiliğine karşı ben seni yeryüzüne çıkartırım. Yalnız padişah seni huzuruna çağırır, dileğini sorar. Kırk batman et, kırk tulum da su ver. Başka bir şey istemem de. Eti, suyu getir ben seni götürürüm” demiş.
Oğlan oradan kalkıp koca karının evine varmış. Bu sırada padişahın adamları derhal çağırmış ki bütün erkekler sarayın önünden geçerek ejderhayı kim öldürdüyse açığa çıkacak, padişah onu ödüllendirecek” demişler. Gelen geçmiş, gelen geçmiş. O diyormuş ki ben öldürdüm, o diyormuş ki ben öldürdüm. Padişahın kızı hepsine bakmış, oğlan ortada yok.
“Köyde hiç adam kalmadı ya, şu kör koca karının evinde bir yiğit kalıyor. Bir de onu görelim” demişler.
Adamlar varıp oğlanı alıp gelmişler. Padişahın kızı görünce hemen tanımış, sırtında da parmaklarının işaretini görmüş.
Padişah: “Oğlum, ejderhayı öldürdün. Sen benim kızımı kurtardın. Dileğin ne ise söyle.”
Oğlan: “Sağlığını dilerim” deyince,
Padişah: “Yok oğlum, benim sağlığımdan sana bir fayda gelmez. Dile dileğini.”
Oğlan: “40 batman et ile 40 tulum su isterim.”
Padişah: “Güç buyurdun ya, sen benim kızımı kurtardın. Ben de senin dileğini yerine getireceğim” demiş.
Hemen adamlarına emir verip 40 batman et, 40 tulum da su hazırlatıp oğlanın istediği yere götürüp teslim etmişler. Oğlan kuşun bir kanadına eti diğerine suyu takmış, üstüne de kendi binmiş.
Kuş: “Ben lak dedikçe et, luk dedikçe su ver. Ben seni alır götürürüm” demiş.
Kuş lak dedikçe et, luk dedikçe su vermiş. Kuş uça uça yeryüzüne yaklaşmış. Tam bu sırada et tükenmiş. Aman kuş beni çıkartmaz diye hemen bacağından bir parça et kesip, kuşun ağzına vermiş. Kuş etin tadından anlayınca o parçayı dilinin altında saklayıp, oğlanı yeryüzüne çıkartmış.
Kuş: “Haydi, insanoğlu, yürü de bir bakayım.”
Oğlan: “Yok, sen uç da ben yürürüm.”
Kuş: “Yok, yürü bakayım” demiş.
Oğlan yürüyünce birazcık aksıyormuş, bacağından da kan akıyormuş.
Kuş: “Gel insanoğlu, yanıma gel” demiş.
Hemen dilinin altında sakladığı eti çıkartıp, oğlanın bacağına koymuş. Dilini üstüne çalınca oğlan anadan doğma hale dönmüş. Helalleşmişler. Kuş uçup gitmiş. Oğlan gelse ki; arkadaşları bu kızlara düğün çalıyorlar. Oğlanın kendine ayırdığı kızı da biri almak istiyormuş. Kızın saçının tellerini kendine göstermiş ki, düğünde cirit oynamayı şart koşsun, ben gelirim” demiş. Kız kendisiyle evlenecek olana haber salmış ki “ciride çıksın” hemen bu oğlan da bir ata binip meydana çıkmış. Değneğini çalınca damadı attan düşürmüş. Varıp kızla sarmaş dolaş olmuşlar. Onlar ermiş muradına, biz de erelim muradımıza.
ERCiYES ÜNiVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YOZGAT MASALLARINDA MOTİF VE TİP ARAŞTIRMASI (İNCELEME – METİNLER)
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN: PROF. DR. TUNCER GÜLENSOY
HAZIRLAYAN: NAMIK ASLAN
KAYSERİ – 1994
Muzip Masal Cini
Masallar üzerine ve masallara dair her şeyi heybesine doldurmuş bir masalcıdır Muzip Masal Cini. Bu bakımdan kendi masallarını ve Ribelyus adlı masal evreninde yaşananları naklederken başka hikayelere de misafir olur. Uzun lafın kısası masalların anlatılmayıp unutulmaya yüz tuttuğu bu yüzyılda yeniden masal anlatabilmek adına beyhude mücadeleye girmiş bir hayal kahramanıdır. Aynı zamanda anlatıla anlatıla günümüze kadar yolculuğuna devam eden masalların toplanması, derlenmesi ve arşivlenmesi gibi çalışmaları kendine görev addetmiştir. Muzip Masal Cini hem masal yazmak hem de unutulmaya yüz tutmuş masalları kayıt altına alıp arşivlemek üzerine hayat bulmuş bir hayali kahramanın gerçek dünya ile masalsı mücadelesidir.