Zümrüd-ü Anka-Kastamonu Masalı
Eski zamanlardan birinde kaderi kısmeti dağıtma işi Sultan Süleyman’a verilmiş. Sultan Süleyman da her mahlûkatın dilinden anlar, onlarla konuşurmuş. O zaman da kuşların en büyüğü olan Zümrüdüanka diye bir kuş yaşarmış.
Dünyanın öbür ucunda çok zengin bir padişahın çok güzel bir kızı olur. Dünyanın öbür ucunda da sıradan bir kadın erkek çocuğa hamileymiş. Sultan Süleyman doğacak olan bu erkek çocukla, doğan kız çocuğunun kaderini birleştirerek:
“Bu çocuklar on sekiz yaşına geldiği zaman evlenecekler.” der. Zümrüdüanka kuşu da Sultan Süleyman’ın yanında otururken:
“Senin yaptığın bu iş olmaz. Birisi dünyanın bir ucunda, biri de diğer ucunda.”
“Neden olmasın, ben yapınca Cenâb-ı Allah bozmaz. Benim dediğim olur.”
“Olmaz.”
“Olmazsa, sen bu işe mâni olur musun, bu işi yaptırmaz mısın?”
“Yaptırmam. Ben buna mâni olurum.”
“Sana yirmi dört saat müsaade ediyorum, iyice düşünüp taşın. Bu iş olur.”
“Olmaz.”
“Tamam, o zaman. Sen git de bu işe mâni ol. Bu çocuklar on sekiz sene sonra evlenecekler.” der.
Zümrüdüanka, kızın olduğu şehre gider. Bu arada oğlan da doğar, kız da beşiktedir. Bir gün kızın annesi, beşikte yatan kızını beşiğiyle birlikte alıp bahçeye getirir. Bahçede hem çapa yapıp hem de kıza bakarken, Zümrüdüanka yukardan hızlıca süzülerek çocuğu kaptığı gibi alıp gider. Serendip adası diye üstü kayalık, dikenli bir yer varmış. Kuş, bu dikenleri ağzıyla kopartıp temizler ve kızı beşikle beraber buraya getirerek beslemeye başlar. Kızın kaybolduğunu öğrenen padişah, kızı bulmak için her tarafı arattırır fakat bir türlü bulamaz. Serendip adası hiç kimsenin aklına gelmiyormuş. Araya araya artık kızı bulmaktan ümidi keserler. Aradan baya zaman geçince oğlan büyüyüp okula gitmeye başlar. Bir sene, iki sene, üç sene derken oğlan okulunu bitirip babasına:
“Baba, ben artık okulu bitirdim, ne istediyseniz onları da yaptım. Şimdi ben arkadaşlarımla denize doğru açılmak istiyorum. Bize bir gemi hazırlatıver.” der.
Padişah, oğlanına hemen bir gemi hazırlatıp içini de erzakla doldurtur. Oğlan birkaç arkadaşıyla beraber gemiye binip denize açılır. Birkaç gün denizde açıldıktan sonra bir gün hava kararıp şimşekler çakmaya başlayınca gemiye bir yıldırım düşer. Gemi hemen ortadan ikiye bölünüp batmaya başlar. Kaptan:
“Herkes kendi başının çaresine baksın. Artık iş işten geçti batıyoruz.” der.
Gemi parçalanınca oğlanın eline geminin ağaç bir parçası geçer. Oğlan hemen kendisini bir iple ağaç parçasına bağlayınca dalgalar oğlanı kızın olduğu adanın bir kenarına sürükler. Oğlan hemen ayağa kalkıp üstünü başını kurutur ve etrafta ne var ne yok bakmaya başlar. Fakat adada hiç kimseyi bulamaz. Bulduğu yabanî meyvelerle karnını doyurunca ne yapacağını bilemez. Adanın yukarısına doğru gittikçe bir kuşun adanın tepesine inip çıktığını görür. Kuş, akşam gelip sabah da gidiyormuş. Dağın kenarındaki küçük yoldan, yabanî hayvanlar su içmek için derenin kenarına inermiş. Bunu gören oğlan, gemiden kopan tahta parçasıyla hayvanların indiği yolun olduğu yere bir kuyu kazmaya başlar. Günlerce kaza kaza kocaman bir kuyu olur. Oğlan bir gün kuyunun içine bakınca kuyunun içinde kocaman bir dağ mandasının düştüğünü görür. Manda öldükten sonra oğlan mandayı kuyudan çıkartıp kaldığı yere götürür. Gemiden kopan tahta parçasındaki çivileri de kayaya sürte sürte bıçak gibi keskin bir hale getirir. Bu çivilerle mandanın derisini günden güne yüzmeye başlar. Mandanın derisinin yüzmesi bittikten sonra iki kişinin sığacağı büyüklükte bir tulum ortaya çıkar. Oğlan bu deriyi asıp iyice kurutur. Kuş sürekli dağın tepesine inip çıkmaya devam ediyormuş. Kuşun inip çıkmasını merak eden oğlan, büyük bir kayanın üstüne çıkıp kuşu izler. Kuşun kayaların tepesinde bir insan beslediğini görünce kızı daha yakından görmek için biraz daha yükseğe çıkıp kıza işaret etmeye başlar. Kız, oğlanı görünce o da oğlana işaret eder. Kız üzerine yaprak örtüp ve kuşdili konuşurmuş. Kızı kuş beslediği için başka bir dil bilmezmiş. Oğlanla kız işaretleşince oğlan hemen kızın yanına gelir. Kız on sekiz sene yalnız yaşadığı için kendisi gibi birisini görünce sevinir. Oğlan, kıza:
“Kuş, akşam gelince onunla konuş. Benim burada canım çok sıkılıyor. Beni aşağıya indir de biraz gezeyim. Sabah indirir akşam gelince de çıkartırsın.”demesi için tembih eder. Akşam kuş gelince kız kıvranmaya başlar. Kızın bu hâlini gören kuş:
“Hayırdır ne oldu, neden kıvranıyorsun?”
“Benim burada canım çok sıkılıyor. Beni aşağıya indiriver de biraz gezeyim. Sabah indirir akşam da yine buraya çıkarırsın.”
“Tamam.” der.
Kız aşağıya inince oğlan, kıza kendi dilini öğretip sürekli muhabbet etmeye başlarlar. Konuşurlarken oğlan, kıza:
“Sakın beni burada koyma. Benim bir derim var, onun içine girer onunla yukarı çıkarım. Seni kuş almaya gelince:
“Şurada bir deri var. Giderken onu da götürelim hem ben üşümem, dersin. O zaman kuş deriyle beraber beni de çıkartır.”
“Tamam, kuş gelince söylerim.” der.
Bu kızla oğlanın kaderi yazılalı on sekiz sene olunca Sultan Süleyman, kuşu yanına çağırıp:
“Hani oğlanla kızın kaderi, kısmeti ne oldu?”
“Ben o kızı Serendip adasında on sekiz senedir besliyorum.”
“Onların süresi doldu, yarın kızı alıp buraya getir.” der.
Sultan Süleyman, kızın annesine kızının iyi olduğu haberini gönderir. Kuşun inmesi için de halılarla örtülmüş bir yer ayarlarlar. Kuş, kızı getirince bu hazırladıkları yere inecektir. Kuş, akşam kızın yanına gelince kızı ağlarken görür:
“Ne oldu, neden ağlıyorsun?”
“Aşağıda bir manda ölmüş, etini de kurtlar, kuşlar yemiş. Deri sağlam bir şekilde aşağıda duruyor. Sen onu bana getiriver, ben de içine gireyim de üşümeyeyim.”
“Tamam, getirivereyim.” der.
Kuş, aşağıdan oğlanla beraber deriyi tutup yukarı götürür. Yukarda kız da derinin içine girip, kuşla beraber bir öğlen vakti, Sultan Süleyman’ın hazırlattığı bahçeye inerler. Sultan Süleyman haklı çıkacağını bildiği için bütün dünyayı toplayıp yemekli içecekli büyük bir ziyafet verir. Fakirlere para dağıtıp, birçok hayır işler. Kuş, deriyle sadece kızı getirdiğini ve haklı çıktığını sanır. Derinin bir tarafını açınca ilk önce kız, ardından da oğlan çıkar. Kuş, oğlanı görünce şaşırıp kalır ve Sultan Süleyman’ın ayaklarına kapanıp:
“Affet beni. Ben hata yaptım.” der.
O zaman da çocuk doğduğunda başında beyaz bir saç, olursa bir keramet getirir diye onu uğursuzluk sayarlarmış. Padişahın birisinin de başında beyaz saçı olan bir çocuğu olur.Herkes:
“Bunun babası padişah olduğu için bu çocuk da büyüyünce padişah olup başımıza geçecek. Bu milletin başına bir uğursuzluk getirir. En iyisi bunu biz bir yere atalım.” der. Adamlar çocuğu alıp bir kayanın kovuğuna bırakırlar. Bu durum Sultan Süleyman’a malum olunca kuşa:
“Senin suçunu affedeceğim. Falan yerdeki ağacın kovuğuna bir çocuk asıldı. Git onu yetiştir. Zaman gelecek o çocuğu babası bulacak sakın bir fenalık yapma.” der.
Kuş hemen Sultan Süleyman’ın dediği yere gidip, çocuğu aldıktan sonra önü dar, içi geniş olan bir mağaraya götürür. Kuş, çocuğu burada beslemeye başlar. Aradan yedi sene geçtikten sonra dedesi çocuğu rüyasında yaşıyor bir vaziyette görür. Sabahleyin oğlanını çağırarak:
“Oğlum, git bu çocuğu bul. Dağa attığınız bu çocuk yaşıyor.”
“Baba biz çocuğu doğasıya dağa attık. Yedi senedir bu çocuğun yaşaması imkânsız.”
“Çocuğu bulmazsan sana hakkımı helal etmem.” der.
Oğlan, babası böyle söyleyince şaşırıp kalır. Vezirini de yanına alıp çocuğu attıkları dağa çıkar. Ha babam de babam aramaya başlarlar. Gittikleri her köye, gördükleri her insana sorarlar. Sonunda oğlanın olduğu köye gelirler. Orada yaşayan köylüler de daha önceden çocuğu görmüşlerdir. Çocuk köyün yanına gelip etrafa bakar insanları görünce çekip gidermiş. Köylüler:
“Arkadaş, bizim köyümüzde hiç böyle bir çocuk yok. Fakat filen yerdeki mağarada bir kuş bir çocuğu besledi.” derler.
Oğlan, hemen köylülerle birlikte kalkıp çocuğun olduğu mağaraya gider. Hakikatten de çocuk bunlara bakıp hemen geri kaçıyormuş. Çocuğun olduğu yere de çıkmanın imkânı yokmuş. Adamlar çocuğun olduğu yere çıkabilmek için birkaç basamak yapıp üzerine de bir kuzu koyarlar. Çocuk kuzuyu görünce belki çıkar diye düşünmüşler ama çocuk yine ortaya çıkmamış. Adamlar böyle uğraşırlarken çocuğu besleyen kuş gelir. Yukarıdan mağaranın yanında adamları görünce bunları öldürmek için üstlerine doğru süzülmeye başlar. Hemen aklına Sultan Süleyman’ın söylediği, “Zaman gelecek, o çocuğun babası gelecek.” sözü aklına gelir. Hemen adamların yanına iner ve Allah da ona dil vererek adamlara:
“Burada ne arıyorsunuz?”
“Bu çocuk benim. Babam rüyasında görmüş. Biz çocuğu yeni doğduğu zaman dağa attıydık. Şimdi onu almaya geldik.”
“Tamam, ben yarın alıveririm. Sen şimdi buradan git.” der.
Adam, ertesi gün gelir ve çocuğu alıp gider. Fakat çocuk bir türlü babasının yanına gitmeyip sürekli kuşun kanadının altına girer. Adam, çocuğu kendisine alıştırabilmek için kuşu yanında kırk gün besler. Kırk günden sonra çocuk babasına alışınca kuş da gider. Oğlan, artık okumaya gitmeye başlar. Kuş giderken de çocuğa iki tane tüyünden verip:
“Daraldığın zaman bunları yak.” der.
Oğlan okulunu bitiresiye evlenir. Aradan biraz zaman geçince karısı hamile kalır. Tam doğum yapacağı sıra bir türlü kadın, doğumu gerçekleştiremez. Oğlan getirmedik doktor, büyücü bırakmaz. Fakat bir türlü kadına doğum yaptıramazlar. Oğlan çaresiz kalır ve hemen tüyleri yakar. Oğlanın yanına hemen bir kuş gelir ve oğlana:
“Ne oldu, sıkıntın ne?”
“Karım bir türlü doğum yapamıyor. Eğer doğum yapamazsa hem karım hem de çocuğum ölecek. Sen bilirsin bana yardım et.” der.
Kuş hemen oğlana birkaç tane ilaç ismi söyleyip:
“Bu ilaçlar yapılacak ve sol göğsünün altından ameliyatla çocuk alınacak.” der.
Oğlan, kuşun dediklerini yapınca hem karısı hem de çocuğu kurtulur. Oğlanın adı “Zal” iken çocuğun adını da “Rüstem” koyarlar. Yani “Zaloğlu Rüstem” olur.
RAŞİT DAĞLI
KASTAMONU MASALLARI
(Araştırma-İnceleme-Metin)
Sagıp ATLI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN: Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÖZÇELİK
ISPARTA 2011