fbpx

Written by 17:05 Masallara Dair Her Şey

Keloğlan Masalları-Tahir Alangu (Makale)

Bilgi notu: Bu yazı Türk Dili Dergisi’nin 207. Sayısında (Cilt XIX Tarih 1968 Sayfa 458-469) yer almıştır.

Keloğlan Masalları

Mitostan Kurtuluş-Gerçeğe Yöneliş

                                                           Kim uyur, kim uyanık?

                                                           Herkes uyur, Keloğlan uyanık

Keloğlan, ya da Keloğlan-Köse masalları, içinde 378 tane ·tip bulunan Türk Halk Masallarının Tipleri kitabında belirlenen ayrı bir grup olarak ortaya çıkıyorlar.1 Bu masallann nitelikleri üzerinde şimdiye değin bir biçim araştırması yapılmadığı gibi, Keloğlan ve Köse tipleri üstünde de durulmadı. Ama bu masalların değerine değinildi, özel bir öbek meydana getirdikleri söylendi, bu konuda bazı tasvirci görüşler ileri sürüldü, bu soy masalları bir araya getirme amacıyle kimi ufak derlemeler de yapıldı. 2

Keloğlan masal tipine yalnız halk masallarında değil, masallarla motif ilişkileri bulunan başka halk edebiyatı türlerinde de rastlamaktayız. Köroğlu destanında Keloğlan, Köroğlu’nun atını kaçırmak gibi çetin bir görev karşılığında, beyin ya da paşanın kızını elde eder. Köroğlu’nun Paris, Huluflu rivayetlerinde Keçe! Hamza, Tobol rivayetinde Kezel, Maraş rivayetinde Keloğlan adlarıyle ortaya çıkar. Bu tipe, ayrıca halk kitaplarından Aşık Garip kitabı ile Tahir ile Zühre’de, bazı halk türkülerinde ve atasözlerinde de oldukça yaygın bir ölçüde rastlamaktayız.3 Bütün bunlardan ve benzeri kanıtlardan anlaşılıyor ki, Keloğlan tipi, yalnız masallara özgü ve sınırlı değil, halk edebiyatının başka kollarına da yayılmış, bu yoldan da halkın dilinde ve belleğinde önemli bir yer almıştır.

Folklorcu ve edebiyatçılarımızın, bu yaygınlığa ve geniş ilgiye bakarak, biraz da eski bazı görüşlere güvenerek, bu tipi, yalnız bize özgü yerli ve ulusal olarak belirlemelerinin açık yanlışlığına hemen burada işaret etmek gerekiyor. Önce Türk masalları derleyicisi Macar. İ. Kunos, bu aşarı genellemeyi yapmış (1907), Başına işkembe geçirmiş Keloğlan’ı Türk halk masallarının karakteristik bir tipi olarak kabul etmişti. Ondan sonra da, Adakale Türk Masalları’ndaki bu kayıt bizde sık sık tekrarlandı.4 Keloğlan tipi ve masallarının bizim halk masallarımızdaki yerini belirlerken her şeyden önce, neyin bize özgü ve yerli, neyin de yaygın ve ortak kültür ürünü olduklarını göstermeye çalışacağız.

Masallar ve ona yakın sözlü gelenek türlerinin, eski ticaret göç ve savaş yolları boyunca yayılışlarını gösteren monografya araştırmaları, hepsinden çok masal türündeki temlerin, motiflerin ve tiplerin çoğunun, yerli ve ulusal sayılmayacak denli yayıldıklarını ortaya koymuştur. Aynı tarihsel ilişki ve kültür alışverişi alanlarında bulunmadığımız halde, bizim masallarımızın benzerleri, dil sınırlarını kolaylıkla aşarak, yol ilişkileri olan coğrafya alanlarında da yayılmışlardır. Bir kaynaktan çıkarak, yabancı dillerin aracılığı ile çok uzaklara dek yol bulan halk rivayetlerinin, sınır bölgelerinde aynı zamanda iki dil kullanan masalcıların aracılığı ile nasıl olup da kolaylıkla bir dil alanından ötekine aktarıldığı üzerinde ilginç araştırmalar yapılmıştır. Bütün dillerdeki masal varyantlarını halk edebiyatı arşivlerinden derleyen, bunları kataloglayan, örnek tipleri karşılaştıran masal araştırıcıları, bir masalın tarih boyunca yaptığı yolculuklardaki yürüyüş yollarını artık bulabiliyor, haritalara kaydediyor, geçiş ve yayılış evrimini şemalar halinde gösteriyorlar. Artık bu yayılma yollarında, masalların neden ve ne gibi değişiklikler gösterdiğini açıklayabiliyorlar. Karşılaştırmalı masal bilimindeki son gelişmelerin ışığında, temalar, motifler ve tiplerin çok sınırlı ölçüde yerli ve ulusal olabildikleri anlaşılmış, bu nitelikte olanlar araştırılıp gösterilmiş, geriye kalan masalların uluslararası geniş bir yayılma durumunda oldukları artık iyice anlaşılmıştır. Bu duruma göre, Keloğlan tipi ve Keloğlan masalları yerli ve ulusaldır, bize özgüdür demekten çok, Keloğlan tipi, şu çizgileriyle ve bu nitelik­leriyle bize özgüdür. Bu tür masallar başka uluslardan çok, bizde özel ve geniş bir yer almış, sevilmiş ve zengin şekillere bürünmüşlerdir diyebileceğiz. Bize özgü, bizim öz malımız diyerek genel bir yargının rahatlığına yaslanmaktansa, bizdeki Keloğlan tipinin ve masal örneklerinin başka uluslardaki benzerleri karşısında, bizdeki farklı biçimleri ve değişmeleri saptamak, daha verimli ve yararlı olacaktır kanısındayım.

Doğu ve batının birçok uluslarında benzerleri bulunan bu masal tipi, Türkiye’de çok yaygın biçimiyle Keloğlan, Azerbaycan’da Keçel Memed, ya da Keçel Yeğen, İran’da Keçel diye adlandırılmaktadır. İran’da üstelik çocuk oyunları tekerlemelerinde bile bu ada sık sık rastlanmaktadır. Gürcü rivayetlerinde ise bu ad kel kafalı kaz çobanı biçiminde görünmektedir. 5 Batı uluslarında, örnepin Almanların Grindkopf, ya da Goldner diye adlandırılan bu masal tipinin başka uluslardaki örneklerini henüz araştırmadım. 6

Keloğlan Masallarının Nitelikleri

Bu masalların bizdeki genel masal şemasından ayrılarak bazı yeni özellikler gösterdiğini, hatta bir anlamda masal karakterinden ayrılmaya yöneldiğini burada göstermeye çalışacağım.7 Bunu iyice anlatabilmek için genel masal yapısını ve yürüyüşünü iskelet halinde gösterelim: Masal kahramanı, seçkin, soylu, üstün nitelikleri olan, sevimli ve talihli bir kişidir. Başlarından geçen birçok olaylar ve serüvenlerden sonra, masalın sonunda amaçlarına ulaşırlar. Önlerine çıkan engeller, doğa üstü yaratıklar, kötü kişiler ve tabiat afetleriyle çarpışır ve onları aşarlar. Kötüler ve kötülüklerle savaşa giren masal kahramanı, iyi yürekli, korkusuz, suçsuz, akıllı ve temiz, becerikli, sabırlı, çalışkan bir delikanlıdır. Bu masal kahramanı, bağlı bulunduğu toplumun ve masal dinleyicilerinin ülkülerine ve özlemlerine uygun düşen bir kişidir. Daha doğrusu, onların ülkülerini ve özlemlerini izleyen ve uygulayan bir örnek tip ortaya çıkıyor. Bu tip, bütün özellikleriyle epika nitelikleri taşır, halktan çok soylu kişilerin egemen durumda olduk­ları bir toplumun yaşayışını yansıtırlar. İşte masalların ortak niteliklerini belirleyen kahramanın bu temel özelliklerinin, Keloğlan masallarında, yapıyı yeni bir kılığa ve büyük değişikliklere uğratarak, baştan aşağıya değiştirdiği görülecektir.

Keloğlan masallarında kahraman, artık birçok· örneklerinde görü­leceği üzere, ideal-moral ölçüleriyle iyi bile değildir. Hatta ona kötü-ahlaksız da denebilir.8 Örnek olarak Keloğlanla Köse masallarını ele alırsak, bu nitelikleri açıkça görebiliriz (typ. 357 vd): Burada Keloğlan’ı, babasının vasiyetine karşın Köse’nin hizmetine girmiş olarak görürüz. Aralarındaki bir anlaşmaya göre, hangisi kızarsa öbürünün derisini yüzecektir. Keloğlan, olmayacak şeyler yaparak Köse’yi kızdırmaya çalışır. Onunla baş edemeyen Köse de, gizlice karısını alır ve evinden kaçar. Ama Keloğlan, eşyalar arasında bir sandığa saklanarak onlarla gitmiştir. Köse ile karısı bir su kenarında yatarlar, Köse geceleyin sandığı suya yuvarlar. Oysa Keloğlan kendi yerine Köse’nin karısını gizlemiştir. Köse, buna kızar, Keloğlan da onun derisini yüzer.

Burada açıkça görülüyor ki, Keloğlan, sırası gelince kötülük yapmaktan çekinmeyen, katı yürekli, kaba bir tiptir. Bu çizgilerle beliren karakter, bizim en çok rastladığımız masal tipindeki padişahın en küçük oğlu olan kahramanın tam karşıtıdır. Keloğlan, hemen daima sert, acımasız, kaba-grotesk yöntemlerle serüvenlerini başarılı bir biçimde sona erdirebilmektedir. Ama gerçek masal kahramanı törelere ve genel ahlaka uymayan çarelere başvurmaz. Doğa üstü güçlerin katılmalarıyle dolu, bu niteliklerini epika-destan çağının ilk dönemlerinden alan masallardaki temel niteliklerin bu soy masalda yavaş yavaş değişmeye doğru gittiğini görüyoruz. Masalın bir aşamadan sonra Mitos-epos’· tan koparak, gerçekçi bir varlık kazanmaya doğru yöneldiği burada a­çıkça göze çarpıyor.

Öteki masallarda gördüğümüz kahraman tiplerinin, inanmış, kaderlerine razı, daha doğrusu törelere bağlı ve kurulu düzenin yasalarına boyun eğen kişiliklerine karşı, bu masaldaki kahramanın savaşkan, etkin karakterinin göze çarpacak kadar belirli olduğunu görüyoruz. Bu dünyanın haksızlıklarına karşı alttan ve derinlerden gelen sinsi ve kinle karış­mış bir saldırı, ya da bir direnme gereksinmesi, Keloğlan masallarının bütün örneklerinde ortak bir özellik olarak bulabildiğimiz, önde gelen te­mel öğedir. Öbür halk masallarındaki her oluşumu, insanüstü güçlere ve kadere bağlayan, olabilecek bütün çatışmaları önleyici görüş ve yapı karşısında, Keloğlan masallarındaki bu direnme-saldırı’da anlatımını bulan etkin niteliğin, toplumsal bir yenileşmenin, bir evrimin, sonunda kurulu düzene karşı çıkacak bir oluşumun, önce halk rivayetlerinde kendini gösteren bir baş kaldırma anlamı taşıdığını kabul edebiliriz. Toplum katlarındaki gelişmeler ve evrimlerin, bizde, halk edebiyatında yansıma yolları bulmaları, seyrek rastlanan bir olay değildir. Buna göre, halkın ortak yaratışından gelen bu yeni masal anlatımının zaman bakımından öteki masal örneklerinden daha yeni tarihlere ait olması gerek­mektedir. Daha doğrusu, Keloğlan masalları, bu yeni ifadeleriyle, doğuşları, eski dinler ve ilkel yaşama etkilerinden, törelerden, bir başka deyişle mitosa bağlı ve epikayla dünya görüşünden iyice kopmuş, bizim insanlığımızın varlığını anlamağa başladığı yeni bir çağa doğru yaklaşmaktadır.

Keloğlan durmadan haksızlıklar, kötülükler yapan kimselerin karşısına pervasız bir atılganlıkla çıkmakta, iyisini ve kötüsünü ayırmadan onlara, kullandıkları aynı silahla karşılık vermektedir. Öteki masalların kahramanları, amaçlarına erişebilmek için, büyüye, büyülü araçlara, doğa üstü güçlere başvurmak zorunda kaldıkları halde, Keloğlan masallarında kurnazlık, hilekarlık, ataklık, beceriklilik iş görür araçlar durumuna gelmiş, toplumun her katında kötüler, köse değirmenciler kadar, padişahlar hatta devler bile onun karşısında yenik düşmeye başlamışlardır. Günde birkaç insanlık tayını olan korkunç devden halkı kurtaran, eskiden olduğu gibi artık prensler ve şehzadeler değil, Keloğlanlardır. Görülüyor ki, Keloğlan masalları, bu nitelikleri ve özelliklerindeki bu anlamları ile öteki masal tiplerinden iyice ayrılmış, başka nitelikleriyle de çağımızın hikaye türlerine iyice yaklaşmış, artık toplum çatışmalarını dile getirecek bir yeni öz kazanmışlardır. Bu masalların kahramanı Keloğlan ise akılcı, kendini töreyle bağlı saymayan öteki masallardaki batıl inançlara bağlı tiplere karşı bir yeni tip olarak ortaya çıkmaktadır. Ma­salların içlerine yerleşmiş olan eski mitlerden, epik kültürün eski basamaklarından uzaklaşmış, gerçeğe yaklaşmış bir yapı var burada. Masal, bütün öğeleriyle bizi bu dünyanın koşullarından kurtarıp düşlerde kurulmuş ülküsel bir toplumun ortamına götürürken, Keloğlan masalı da, bütün yapısı ile gündelik çatışmalar dünyasına bağlı kalmaktadır.9 Bir başka deyişle, halk masallarını okurken kendimizi masal dünyasında, Keloğlan masallarını okurken kendimizi bu dünyada buluruz. Öteki masallarda olduğu gibi Keloğlan masalında da kahramanın düşmanları, padişahlar, vezirler, kadılar ve başka olumsuz kişilerdir. O, bunların kişiliğinde simgeleştirilen kötülükleri yenecek, ama Keloğlan bu işi kimsenin yardımı olmadan kendi çareleriyle başaracaktır. Keloğlan, en çetin koşullar altında bile pervasız olacak, kendine özgü zalim neşesini sürdürecektir. Buna karşılık öteki halk masallarında, padişahın küçük oğlunun morali, duygulu dalgalanmalar içinde, pek bulanık ve kişiliği de belirli ölçüde dengesizdir. Yıkımlar, ayrılıklar, zorluklar karşısında karamsar, üzgün ve sık sık mahzundur. Arada sırada korkar, acı gözyaşları döker, başına gelen olaylar karşısında yardıma muhtaç bir kişinin bütün özelliklerini gösterir. Buna karşılık Keloğlan’ın kişiliğinde, korku nedir bilmez, gözyaşı tanımaz, hayatın silleleri altında ezile ezile iyice yetişmiş nitelikler, çevrelerini genişletmiş, kentlileşmiş köylülerimizin pişkinliği açıkça görülür.10

Keloğlan’ın zekası, mahareti, başarıları, aşağı bir toplum katından gelişini, çirkinliğini, hatta kelliğini bile unutturur. Masalları dinleyenlere sevimli ve cana yakın göründüğü kadar, padişahın kızına bile, sonun­da kendini sevdirecektir. Kendisini üstünlükleri ve başarıları yüzünden sevme fedakarlığını gösterecek kız sayesinde başına sırma saçlar gelecek, bir anlamda yücelecektir. Ancak burada, masalın sonunda, Keloğlan masallarındaki gerçekçi havadan biraz ayrılıp, masala özgü kalıplaşmış biçimlere, halk masallarının düş ve ülkü dünyasına yeniden dönüyoruz. Böylece Keloğlan masalları, bütünü ile değil de, ancak yer yer, masal yapısına bağlı işaretleri sürdürüyor.

Keloğlan’ın kendine özgü masalları içinde başka masal kişilerinden ayrı olan nitelikleri yukarıda belirlerken, dünya edebiyatındaki benzeri özelliklerden çıkarılan yorumlamalara çok yaklaştığını anladım. Onun davranışlarını belirleyen özelliklerde, açık ve belirli bir biçimde grotesk bir anlatış olduğunu söylemeliyim. Yukarıdaki Keloğlan tasviri ve özellikleri ile buradaki groteskin estetik bir kategori olarak belirlenişini karşılaştıralım: 11

15.yüzyılın sonlarında ortaya çıkan bu terimin plastik sanatlardaki kullanılış biçimini ve anlam evrimini bir yana bırakalım. Edebiyata aktarılarak daha geniş bir kullanma alanı bulmasının Montaigne ( 1533-1592) ile başladığını görüyoruz. O, groteskin, gülünç olduğu kadar budalaca, alaycı, çok kere de korkunç sert nitelikleri üzerinde durmuştu. Başka yazarlar da groteskle düş arasında ilişkiler buldular. Grotesk, bir estetik konusu olmadan önceki dönemde, bir terim olarak ela doğru değerlendirildi, ona kaba, komik, gülünç anlamları verildi. 17. yüzyıldan sonra ise groteskin edebiyatta varlığını, daha çok batıdaki commedia dell’arte’de (biz­deki tuluat tiyatrosu) buldular. Grotesk terimiyle birleştirmek istenen estetik öğenin, garip, gayri tabii, serüvenle yüklü, şaşılacak, alaycı, gülünç, kaba komik bir anlatım yolu olduğu, 7. yüzyıldan sonra iyice anlaşıldı. Daha doğrusu halktan kökünü alan bütün sanat türlerinde ve ürünlerindeki bir anlatım yolunun belirlenmesi bu sözcüğe bağlanarak yapılmaya başlandı, bununla da bir bakıma klasik’in karşıtı olan bir öğe söylenmek istendi. 18. yüzyılda ise karikatür sanatının resimden ayrılıp gelişmesi ve yayılmasıyle, groteskin, bir estetik kategori olarak yeniden değer kazandığını görüyoruz. Artık Cervantes’in Don Kişot (1605), J. Swift’in Gülliver’in Yolculukları (1726) gibi edebiyat eserleri de bu kategoriye girmeye başladı. Bu son eserlerde, grotesk eleyince, sanatçının gerçeği korkusuzca zorlayarak aşması, ilkel bir hayal gücü ile doğa üstüne çıkarak yer yer gülünç, tiksinti verecek ve şaşma uyandıracak aşamalara ulaşması belirtiliyordu. Sanatçılar, aslında sürüp gelen klasik edebiyatın dar sınırlarını, yeni bir anlatım denemesi ile zorluyorlardı. Bundan dolayıdır ki, Almanya’da Wieland, groteski, tıpkı rönesansın İtalyanları gibi doğa üstü, doğaya aykırı ve saçma olarak belirliyor ve bizim dünyamızdaki düzeni bozduğunu öne sürüyordu.

Commedia dell’arte’de komik tiplerin ve Harlekin tipinin temelinde grotesk var. Eski karnavallarda ve halk tiyatrosunda, tuluat oyunlarında kullanılan, kaynakları ta eski Yunan’ a giden maskelerin temelinde komikgrotesk yer almaktadır. Bu maskelerde, groteskin saçmalığı, dengesizliği ve beşeri olanı hayvanileştirme çabası açıkça görülüyordu. Çok uzun, gaga gibi burunlar, sivri çeneler, söbü kafalar. Kişilere ise kuşlar ve yarasalar gibi kılıklar veriliyordu. Daha doğrusu beşeri ve hayvani öğeler, mizahla birlikte, groteskin içinde kaynaşıyorlardı. Groteskteki anlam gücü ile komikteki anlam gücü arasındaki ayrım iyice beliriyor: grotesteki vurucu ve yıkıcı taşlama gücü’nün daha belirli ve daha savaşçı bir ruh taşıdığını görüyoruz. Bundan dolayı ihtilal sonrası edebiyatında, romantik tiyatroda, tuluattan gelen grotesk büyük rol oynamıştır. Hepsinden çok kukla tiyatrosunun kaba şakalı, dayaklı, kaba cinaslı, acı saldırılı, hatta küfürlü tiplerinde, grotesk geniş ölçüde yer alır. Groteskte, komikle trajik unsurun birleşmesi romantiklerin dikkatini çekti; onlara bu yeni yolu halk sanatı açıyordu. Bu yolla grotesk sözcüğünün yerine trajikomedi sözcüğü gelip yerleşti. Hatta uzun bir süre onun yerini aldı ve o anlamda kullanıldı. Groteskin, kaynağını halk sanatından alan bir estetik öğe olarak belirlenmesi, tiyatroda trajikomediyi meydana getiriyor. Shakespeare’de bunun en güzel örnekleri görüldüğü kadar, Moliere trajikomiğinin yolu da tuluatın gro­teskine kadar uzanır.

Jean Paul’un, groteski, romantizm dışı bir çağın biricik romantik öğesi olarak belirlediğini, kendi estetiğinin de dayanağı durumuna getirdiğini görüyoruz. O, groteske, mizahın tahrip edici düşüncesi diyordu. Bu anlamda, ona göre, en büyük mizahçı şeytan oluyordu.

Fransız romantiği Victor Hugo’nun, Cromwel 1827, önsözünde groteski, bütün antik sonrası sanatının ayırıcı özelliği saydığını görüyo­ruz. O, bu aşamadaki sanat eserlerinde grotesk ile komedi arasında büyük bir ilişki bulmaktadır. Böylece grotesk ile komedi arasında birinci bağlantı, komik-gülünç, öteki ise biçimsiz, çirkin ve dehşet verici olmaktır. Böylece V. Hugo estetik güzel yerine, çirkin ve etkili olana yaklaşıyor. O, bu yolla bir uçta güzel ve ulvi olanla, öteki uçta çirkin ve grotesk olanı bir gerilim öğesi olarak kullanıyordu.

E.T.A. Hoffmann ve E. A. Poe’nun, hikayecilik sanatları üstünde büyük etkileri olan groteskin köklerini halk edebiyatında bulduklarını görüyoruz.

Batı edebiyatında çok eski tarihlerde farkına varılan, iyice belirle­nerek yazılı edebiyatta kullanılan, · grotesk · terimi ile de karşılanan sanat üslubunun, bizim Keloğlan’ın kişiliğinde de varlığını saptamak, bütün bu tasvir ve karşılaştırmalardan sonra zor bir iş olmayacaktır. Bu karşı çıkmanın, klasik anlatımda ve düzene karşı halk kaynağından gelişi, ne bizim, ne de batı dünyası için şaşılacak bir şey değildir elbet.

Eldeki varyantlara göre, Keloğlan tipinin özelliklerine şunlar da eklenebilir. Çobanlarla Keloğlanlar arasında aslında bir ilişki olmalıdır. Her iki tip de, her zaman olmasa bile, birçok durumlarda birbirlerine yakındır. Keloğlan, bütün masallarda ilk gençlik çağındadır, adsızdır, yaşlı, dul ve yoksul anacığından başka kimsesi de yoktur. Bazı durumlar­da da kendinden büyük, kendini itelemek ve dövmekten zevk alan hayırsız ağabeyleri olabiliyor. Babasının adı bile anılmaz, varsa bile daha masalın başında ailesine bir şey bırakmadan ölür. Ama anasıdır önemli olan. Keloğlan’ın bütün mihnetini anası çeker, kimi durumlarda anası onun elinde can verir. Tıpkı gerçekte olduğu gibi. Keloğlan, masalın başında toplumsal durum, zenginlik, güzellikçe en geri düzeyde bulunduğu halde, bütün masal boyunca yürüttüğü bir savaş sonunda engelleri aşar, gerçekte yoksul delikanlıların yaşamlarına uygun biçimde, sonunda mutluluğa erecektir. Burada Danimarkalı araştırıcı Moltke Moe’nin tasvir ettiği, halk edebiyatına özgü yalın yasalardan biri ile karşılaşıyoruz: Masalın başında olumsuz ve sonunda olumlu, iki uçta son sınırlara kadar gerilim.

Ayri bir araştırmanın konusu olmakla birlikte, burada, Köse tipleri üstünde de küçük bir ekleme yapmadan geçemeyeceğim.12 Keloğlan masallarında bu tip, onun partoneri olarak bütün kötü nitelikleri kişili­ğinde toplamıştır. Masallarımıza gerçekçi bir özellik veren öğelerden biri de odur. Kaba ve grotesk birçok nitelikleriyle Keloğlan’a benzemekle birlikte, Keloğlan’da bu niteliklerin kötülükleri yenmek için bir araç, benzeri ile karşı çıkılan bir silah, Köse’de ise kişiliğinin nedeni ve temeli olduğu belirtilmelidir. Üstelik Köseler, Keloğlanların aksine, hiçbir zaman genç değildirler, bu yüzden aşk serüvenlerinde de yer almazlar. Keloğlan’ın rakibi olarak karşısında aşılması gereken bir engel olarak bulunurlar.

Keloğlan tipinin bu genel tasvirinden sonra, artık bu masalların iki çeşidini belirliyerek ayırabiliriz: 1. Asıl Keloğlan Masalı, ya da Kelli Keloğlan masalı. Burada masalın başından sonuna dek Keloğlan kel kalır. Bazı durumlarda da dış görünüşünün altında gizli kalan üstünlüklerini tanıyarak sevmek, iyi yürekliliğini gösteren bir kızın yardımıyle başına sırma saçlar gelir; 2. Düzmece Keloğlan, ya da tebdil gezen Keloğlan masalı. Burada herhangi bir baskı ya da büyülenme yüzünden, yerini yurdunu bırakma zorunda kalan, toplumdaki eski yeri ile uygun düşmeyecek bir iş görme zorunda kalan bir kahraman vardır. Baba ocağını, ya da sarayını bırakma zorunda kalmıştır. Bahtını arama yolunda bir süre için tebdil gezmeği, Keloğlan kılığına bürünmeği uygun bulur. Bu durumda, onu, bazı varyantlarda başına bir işkembe geçirilmiş olarak Düzmece Keloğlan kılığında görmekteyiz. Her iki Keloğlan masalı tipinin farkı bizde o kadar belirlidir ki, halk bile anlatırken asıl Keloğlan’a Kelli Keloğlan demek zorunluğunu duyar.13

İlk örnekte, burada üstünde durduğumuz asıl Keloğlan masalını bulduğumuz halde, ikincisinde kahramanın Keloğlanlığı ancak bir dış görünüş işidir. Üstelik bu öbekteki masallarda, Asıl Keloğlan masallarında gördüğümüz, yukarıda uzun uzadıya belirlemesini yapmaya çalıştığımız, çetin, kaba, yer yer de müstehcen olabilen karakter de yoktur. Bundan dolayıdır ki, Kelli Keloğlan masallarının daha çok köylerdeki erkek sohbetlerinde söylendiklerini görüyoruz. Bu masallardaki kavgacı, grotesk, satirci, sert gerçekçi, çok kere açık saçık, kaba ifadelerin kadınların hoş­larına gitmediğini, bunun yerine daha çok duygulu, gurbet ve özlem motifleriyle dolu, doğa üstü olaylarla yüklü büyü masallarını yeğlediklerini söyleyebiliriz.

Genel olarak Keloğlan tipine, başka ulusların masallarında da rastladığımız halde, masal türü olarak Kelli Keloğlan masalı tipinin bize özgü olduğunu artık iyice anlamış bulunuyoruz. Örneğin Almanların Goldener masalının, bizim birinci öbekteki Keloğlan masalları ile hiçbir benzerlikleri olmadığı halde, ikinci öbekteki düzmece Keloğlan masallarımızla birçok motif ortaklıkları olduğunu söyleyebiliriz.

Almanların Goldener masalında (KHM. 136), kralın oğlu, ormanda yakalanmış yaban adamını (Eisenhans) salıverir. Ama babasının korkusundan sarayda kalamaz. Onunla birlikte ormana sığınır, orada büyür. Büyülü suda yıkandığından saçları sırma kesilir. Bu masalın temasını kısaca verdikten sonra ana motifine gelelim: Sırma saçlarını, hayvan postundan bir başlık altında gizleyecektir. Tebdil Gezen Prens, kralın sarayına bahçıvan olarak girer. Onun soylu bir kişi olduğunu gösteren bazı ince yetenekleri olduğunu ancak kral kızı farkına varacaktır (müzik, çiçekleri düzenlemek gibi). Oğlan, bu prensesle evlenmek isteyen bütün rakiplerini, orman adamının verdiği at ve takımlarla yenecektir (soyluluk sınavı motifi), hemen yitiklere karışacak, bahçeye gelip tebdil giyinecektir. Masalın sonunda da bu Alman Düzmece Keloğlan’ı bir savaşa katılır. Kralı yenilgiden kurtarır, sonunda ise yarasından tanınarak prensesle evlenir.

Bu masaldaki hemen bütün motiflerde bizim Düzmece Keloğlan masallarına benzer noktalar bulunmaktadır. Hepsinden önemlisi, sa­raydan uzaklaşma, başına hayvan postundan takke giyme, soyluluk sınavı, gizlenmiş soyluluğun prenses tarafından keşfedilmesi gibi motiflerin hepsinin bizdeki ikinci gruptaki Keloğlan masalları ile ortak olduklarını söyleyebiliriz. Buradaki orman adamının Düzmece Keloğlan’a yaptığı yardımların bizdeki benzerlerinde, dev anaları ve devlerce yapıldığını burada belirtmeliyiz. Burada gördüğümüz yardımcı devler, sarayı terketme, gurbet ellerinde tebdil gezme, kılık değiştirme, soyluluk sınavı, sevgili seçme için yarışmalar, turnuvalar, sevdiği kızın babasına savaşta yardım soyundan motiflerin oldukça gerilere, destan çağına doğru gittiğini, bu motiflerin, çözülen ve çağları kapanan destanlardan dökülerek masallara geçtiklerini söyle­yebiliriz. Alman Goldener masalının en eski varyantlarının 7. yüzyıldan gerilere doğru eskiliğinin saptanabilirliği yanında, bizdeki metinler için böyle bir şey söz konusu bile değildir .14

Keloğlan’ın kılık değiştirmiş asıl kişiliğinin kadın benzerlerine Alman masallarında rastgeldiğimiz halde, bizdeki örnekler arasında Düzmece Keloğlan’ın kadın paraleli yoktur. Grimm masallarında Allerleirauh (KHM. 65) ile Aschenbrödel’i buna örnek olarak gösterebiliyoruz. Türk masallarında toplum düzeninin uygunsuzluğuna karşın, kadın kahramanlarını, masallarda birinci derecede yer aldıkları, kötü işlem karşısında padişah kızları ve gelin hanımların saraylarını bırakıp yazıda yabanda büyük sıkıntılar çekerek yaşadıkları, karşılaştıkları güçlükleri akılları sayesinde yenebildikleri halde, sırtına hayvan postu giyip Düzmece Keloğlan kılığında dolaşan bir kadın kahramana bizim masallarımızda rastlamıyoruz.

Cermen, Kelt, Latin dünyalarında birinci gruptaki Keloğlan masallarının benzerleri bulunmadığı halde, Orta Doğu’da, İran, Türkistan, Rusya ve Balkan uluslarında doğrudan doğruya, yer yer bizden geçmiş örnekler olarak yakın benzerleri bulunmaktadır. Bunların Türk kültürü bölgesine bağlı olanlarından başka, Balkan bölgesindekilerin de bizim Keloğlan masalları alanına girdiklerini söylemeliyim. Daha geniş ve ayrıntılara inen araştırmalar gerekmekle birlikte, benim görebildiğim Balkanlı örneklerinin, bu arada Yunanlı Keloğlanı Kasidis tipinin bütün çizgileriyle bizimkinin bir süreği olduğunu şimdilik sanı olarak söyleyebiliriz.

Bu tipin ortaya çıkışı ve masallarda yer alışı üzerinde, biraz eskimiş olmakla birlikte, değerini daha yitirmeyen bir açıklama yapan masal bilgini F. v. der Leyen’in görüşlerine şimdilik bir şey eklemeyeceğim. 15 O, Doğu ve Batı’nın eski uluslarında çok görülen, Almanya ve Rusya’da söylentileri 17. ve 18. yüzyıllarda dilden dile dolaşan, bugün bile Doğulu uluslarda tedirgin edici anıları canlı kalan ve efsanelere de yansıyan bir hastalık, ya da cinnet halini Keloğlan’la ilgili göstermektedir: Kurt Adam Hastalığı (Verwolf). İnsanlar birden kurt hem ayı, panter, hem de köpek oldukları kanısına saplanıyorlar. Bu hayvanlar gibi çılgın ve kudurmuş, geceleri korkunç ulumalarla çevrede dolaşıyorlar, gelip geçenin üstüne atlıyorlar. Zaman zaman bütün bir çevre halkı bu cinnete tutuluyor.

1. V. der Leyen, Grimm masalları arasındaki Allerleirauh (KHM. 65) ve ondaki kahramanın benzeri olan Goldener (KHM. 136), ya da Grindkopf masalında bahçıvan yamağı kılığındaki (yiğitliği sayesinde diğer isteklileri alt ederek kral kızına kavuşan sürgün prens) Düzmece Keloğlan ile bu Kurt Adam Hastalığı arasında bir ilgi görülüyor. Goldener masalının kimi varyantlarında, delikanlı, hayvan postlarına bürünmüş, hayvan kılığındadır. Galiba bu delikanlı hayvan kılığına giren, hayvanlar gibi uluyan insanlardan olduğu için böyle olmaktadır. Bu delikanlının başlığını çıkaramayacağını, başında iğrenç bir kabuk bulunduğunu söylemesi de, başlamış bir Kurt Adam Hastalığı belirtileri arasındadır. Çünkü bu hastalığa tutulanlar, başlarında şiddetli bir kaşıntı duyarlar; başlarının çirkin kabuklarla örtülü olduğu sanısına kapılırlar; acı çekerler. Yine F. v. der Leyen’e göre Alınan Grindkopf masalının temel mo­tifi, bu soy masalların çoğu varyantlarında görüldüğü için çok eski olmalı ve masalın özüne değgin bulunmalıdır. Burada F. von der Leyen’in, Keloğlan’ın başında bulunan hastalığına bağlaması, Goldener masalının değişik varyantlarının araştırmalarına dayanıyor. Onun bu savları yani Goldener masalının kimi biçimlerinde kurtlaşma belirtileri olduğu, kahramanların hayvanlara dönüşme gösterdikleri, başkaları tarafından da onaylanmakla birlikte, bizim Keloğlan masallarımızın her iki çeşidi için de böyle bir savı doğru gösterecek kanıtlarımız yok. Üstelik F. v. der Leyen’in bir başka savı, Keloğlan tipini, Kurtlaşma Hastalığı dolayısı ile çok eski bir masalın özüne bağlı olarak göstermesi de, bir motif olarak belki doğru olabilir kanısındayım. Ama birinci öbekteki Keloğlan masallarının varlığını F. v. der Leyen’in görüşüne bağlamak olanaksızdır. Bizce, Keloğlan, başının kelliğinden değil, yukarıda açıklanan nitelikleriyle, yeni bir toplum aşamasının masal yolu ile yüceltilmiş örnek tipi sayılmalıdır.

Alman Goldener masalında, kahraman, başının kel olduğu görüşü ile sırma saçlarının üstünde her zaman bir başlık, ya da dolama bir bez taşımaktadır. Bu takkenin içinde Keloğlanların başlarında duydukları kaşınmayı hafifletmek için kullanılan bir ilaç tertibinin bulunup bulun­madığı şimdiye dek masallarda belirtilmemiştir. Deri hastalıklarının halk arasındaki kolay sağaltma yolları arasında taze yüzülmüş hayvan derisine sokmak en çok yayılmış olanı idi. Alman masallarında başlık sö­zünden ileri geçilmiyor, ama bizim Keloğlan masallarının her iki çeşidinde de, kahramanın başına bir işkembe geçirerek dolaştığını görüyoruz. Belki de aslında böyle bir başlık bir sağaltma yolu olarak kullanılmıştı.

Başka ulusların masaliarı arasında Keloğlan tipinin seyrekliğine, ma­sal sayılarının da birkaçı aşmayacak kıtlığına karşılık, Türk masalları ara­sında her iki öbekteki örneklerin çokluğuna dokunmak istiyorum. Halk masalları içinde sıradan bir öbek olarak görmek istediğim Düzmece Kel­oğlan masallarını -gerçekte tebdil gezen şehzade tipidir- bir yana bırak­sak pile, Asıl Keloğlan masallarının şimdiye dek ı 5 çeşidine rastladığı­mı söyleyebilirim (typ. 350-364). Üstelik Keloğlan Masalları Araştırma­ları diye karşılaştırmalı masal bilimi alanında yeni bir yol açılırsa, be­nim eskiden ayrımına vardığım ve örneklerini derlediğim bir gerçeğin varlığını elbette başkaları da göreceklerdir. Keloğlan masalları, bir komik-epika dairesi gibi birbirlerine zincirlenerek yürüyen, dağınık parçaları kolaylıkla yeniden kurulabilecek bir bütün özelliği göstermektedir.16

Bütün bu anlattıklarımızla Keloğlan tipi ve masalları üzerindeki araştırma çerçevemizi daha tamamlamış olmuyoruz. Her iki masal öbeğinin örneklerini komşu ve yakın doğu uluslarındaki benzer masallarla genişletmek, başka uluslardaki tipler ve örnekler üzerinde durmak, bizdeki varyant sayısını biraz daha çoğaltmanın gerekli olacağını düşünü­yorum. Ama bu tipin tarihi eskiliğini batı örneklerinde olduğu gibi, arayıp bulmanın olanaksızlığı da anlaşılmaktadır. Örneğin Goldener masal­larının ta Keltlere kadar geriye giden örneklerinin, daha 7. yüzyılda ya­zıya geçirilmiş metinleri varken, biz masal metinlerimizin kökünü 5. yüzyıldan daha eskilere götüremiyoruz (Dede Korkut). Ama hiç olmazsa 7. yüzyılda oluşmuş bir Köroğlu destanı ile yine bu yüzyılda ortaya çıkmış bir türkülü halk kitabının içinde bu tipe rastladığımıza göre, bu tipin evrimi, ancak o tarihten bu yana doğru yürümüş olmalıdır.

Asıl Keloğlan masallarının coğrafyadaki yayılma alanını bugün artık belirleyebildiğimiz halde, geçmişini, kestirme yolu ile 17. yüzyıldan daha gerilere götüremiyoruz.

 

 

Notlar:

1            Wolfram Eberhard ve Pertev Naili Boratav, Typen Türk.ischer Volksmaerchen. Akade­mie der Wissenschaften und der Literatur. Verföff der Orientalischen Komm. Band V. F. Steiner Verlag. GMBH.-Wiesbaden: 1953. Bu kitap bilim dünyasında TTV kısaltması ile zikredil­mektedir. Bu kitabın motifindeks bölümündeki “Keloğlan” maddesine bakınız.

2            Naki Tezel, Keloğlan Masalları.-İstanbul: 1938; İ. Kunos, Materialen zur Kenntnis cles Rumelischen Turkisch. Teil 1-2, Türkischen Volksmaercehn aus Adakale. L-2. Leipzig: 1907; Osman-török nepköltesi gyüjtemeny (Türk Halk Edebiyatı Külliyatı). 1-2 (Budapest 1887-89. I. Kötet. Oszman török nepsemek.-Budapest: 1887.

3            Pertev Naili, Köroğlu Destanı. Türk Halk Hikayelerine ve Saz Şairlerine Ait Metinler ve Tetkikler VI.- İstanbul: 1931, s. 11, 22 /23, 26, 47 /48, 85.

4            bkz. not 2’de Adakale Türk Masalları ‘nın önsözü.

5            A. Bagriya ve H. Zeynallı, Azer_baycanskie Tyurski. Academia.-Bakü: 1935., önsöz, s. VII; Sadık Hidayet, Evsane-Tahran: 1310, s.

           Başka benzerleri için bkz.: J. Bolte ve G. Polivka, Anmerkungen zu den Kinder und Haus­maerchen der Bruder Grimm. III.-Leibzig: 1913, s. 97 vd

7            Bu şemanın bazı çizgileri P. N. Boratav’m “Türk Masallarının Tipleri” adındaki katalo­ğunun önsözündeki (s. 13, 15) belirlemelere dayanmaktadır.

           Keloğlan masallarında gördüğüm bu niteliklere, P. N. Boratav’ın kitabındaki (TTV) önsözde kısaca değinilmişti. Bu tipin “avam tabakasından bir mümessilin yüksek sınıfla mücadelesini” ifade eden özelliğine de daha 1931 yılında Köroğlu Destanı kitabında dikkat nazarını çekmişti (s. 85).

9            P. N. Boratav, adı geçen kitabının önsözünde (TTV, s. 12), ortaçağda destanın henüz yaşayarak üst toplum katlarına bağlandığı bir devirde, masalın malzemesini orta ve alt tabaka­lardan almakla belirlenebileceğine işaret ediyor.

10          Keloğlan’ın direnen, baş kaldıran, aklını bir silah gibi kullanan kişiliğine işaret eden P.N. Boratav, “gurbete çıkmış köylünün alınyazısını tasvir eden” bir nitelik bulmuştu bu masal­larda (Zaman Zaman İçinde, 1958, önsöz: 18-19).

11          “grotesk” üzerinde buraya özetleyerek aldığım bilgilerin kaynağı: Wolfgang Kayser, Die Grotesk in Malerei und Dichtung. RDE. 1960.

12          Buradaki “Köse” belirlemesinde, P. N. Boratav’ın. adı geçen kitabının (TTV, s. 15) önsözünden yararlandım.

13          P. N. Boratav’ın, adı geçen kitabının motifindeks bölümünde “Keloğlan Masalları”nın iki ayrı çeşitine kısaca işaret edilmekte, “sahte Keloğlan” masal tipinin varyantlarını da ayrı olarak göstermekteydi. Bu kitabın önsözünde bir yerde (s. 15, not I), bu konuda özel bir tip araştır­ması planladığını da haber vermektedir. Bu araştırmayı TTV’nın yayın yılı olan 1953’den bu yana, 13 yıl bekledikten sonra eskiden beri notlarını ve metinlerini derleyerek hazırladığım bu araştırmayı yayınlama gereğini duydum. Yer yer onun temel düşüncelerine dayandığımdan, benim bu öncü araştırmamın, ana çizgileriyle sayın P. N. Bortav’ın ulaşacağı sonuçlara karşı olmayacağını umuyorum.

14          Burada gösterilen motifler daha etraflı bir araştırmayı gerektirdiği için üzerinde fazla durulmadı, motif indeksleri ile karşılaştırılmasına da gidilmedi.

15          F. v. der Leyen, Das Maerchen. Eine Versuch. 4 .. erneuerte Auflage. Quelle-Meyer. -Heidelberg: I 958, s. 79 /80

16          TTV.’deki 68 varyant ve bendeki derleme örneklerinde, Keloğlan masallarının 15 epizodluk bir komik-kepos niteliği gösterdiği, kişileri, sosyal çevreleri, özlerindeki yönleri ile bir bütün teşkil ettikleri iyice belli olmaktadır. Bunun kompozisyonu üstünde çalışıyorum.

 

 

 

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close