fbpx

Yeraltı Tanrıçası Sedna

Yeraltı Tanrıçası Sedna (Kızılderili Masalları)

Uzun yıllar önce kalabalıktan uzakta, büyük ırmakların kıyılarında yalnız yaşayan bir çift varmış. Yaz gelince tenha kulübelerinde oturur, ormandan meyve ve kök toplayarak karınlarını doyururlarmış. Kışın buzdan kulübelerinde yaşarlarmış ve erkek, fok ve ren geyiği avlamaya gider fakat asla kutup ayılarına dokunmazmış. Kutup ayısının karşısına çık­maya ve avlamaya sadece en korkusuz avcılar cesaret edebilirmiş.

Eşi avdayken kadına köpekler arkadaşlık eder, o da fok derisinden ve ren geyiği postundan bot, eldiven, bileklik ve benzeri giyecekler yaparmış.

Bu yaşam tarzı içinde mutluymuşlar. Fakat bir gün kadı­nın bir kızı olmuş ve doğumdan kısa bir süre sonra da kadın ölmüş.

Kadının ölümünden sonra adam Sedna adı verilen kızıy­la birlikte okyanus kıyılarında yalnız yaşamış. Eskisi gibi, yine ilkbaharda yazlık kulübelerine gidiyor, sonbaharda ise kendilerine buzdan bir kulübe kuruyorlarmış.

Yıllarca baba kız köpekleriyle birlikte yalnız yaşamışlar. Kadın öldüğünden bu yana adam artık çok mutlu değilmiş. Sedna küçükken ona zorunlu olarak hem annelik hem baba­lık yapmış. Kız büyüdüğünde ise kızına becerebildiği kadarıyla giyecek dikmeyi ve kadınların yaptığı öteki işleri öğret­mesi gerekmiş. Artık canı soğukta ava çıkmak istemiyormuş. Kimi zaman da ava çıkıp eli boş döndüğü oluyormuş. Böyle zamanlarda baba kız aç kalıyorlarmış.

Bütün bu yokluklara ve zorluklara rağmen, Sedna büyü­yor büyüdükçe güzelleşiyormuş. Kızın güzelliği ırmaklar ve tundralar oyunca dilden dile yayılmış. Kış gelince genç

Adamlar donmuş kar üzerinde köpeklerin çektiği kızaklarıyla gelip onunla evlenmek istediklerini bildiriyorlarmış. Yazın da kütükten ve hayvan potlarından yapılmış kayıklarıyla gelip kızı ikna etmeye çalışıyorlarmış.

Oysa Sedna onların kendisini gerçekten sevdiklerine inanmadığı için her zaman olumsuz cevap veriyormuş.

Böylece düzinelerce genç adam gelip onunla evlenmek istemişse de Sedna hiçbiriyle evlenmeyi kabul etmemiş.

Bütün bu süreçte babası hep sessiz kalmış.

Sonunda bir kış günü donmuş denizin üstünde büyük, güzel bir kuş görünmüş. Bu kuş hem uçup hem de kalbini kazanmak amacıyla Sedna’ya bir şarkı söylüyormuş. “Be­nimle kuşlar ülkesine gel, orada hiç kimse aç kalmaz,” di­yormuş şarkısıyla. “En güzel postlardan yapılmış çadırda otururuz. Yere sereceğimiz ren geyiği postu ayaklarını sıca­cık tutar. Geceleri yumuşak ve sıcak ayı postlarında uyur­sun. Gündüz en güzel tüylerle süslenmiş elbiseler giyersin. Öteki kuşlar istediğin her şeyi yerine getirirler. Ateşe asılı kap her zaman et dolu olur. Lambada her zaman yağ bulu­nur.”

Sedna kuşun şarkısını dinlerken renkli tüylerine hayran olmuş. Onun sağlayacağı rahat koşullarda yaşayarak mutlu olacağını düşünmüş.

Bunun üzerine kuşun evlenme teklifine evet demiş. Eşya­larını toplayıp köpeklerini çağırmış.

“Onları yanına alma,” demiş yeni koca.

Sedna buna karşı çıkmak istemişse de, kendisine vaat edi­len bütün o harika şeyleri hatırlayınca köpekleri bırakmanın kendisi için büyük bir fedakârlık olmayacağına karar vermiş. Üzerine annesinden kalan son giysi olan fok derisinden güzel bir elbise giymiş. Babasıyla vedalaşıp kuş kocasıyla donmuş topraklara doğru yola çıkmış.

Yolculuk günlerce, haftalarca sürmüş. Sonunda kızın adım atacak hali kalmamış. Hava o kadar soğukmuş ki, artık fok elbisesi bile onu koruyamıyormuş. Kocası her gün gidecekleri yere çok yaklaştıklarını söylüyormuş ama genç kız her akşam oluşunda yolun daha bitmediğini görüyormuş. Sedna etrafta buzdan ve sudan başka bir şey görmüyormuş. Sonunda yorgun ve kirli bir kuş ülkesine ulaşmışlar. Burada karlar ve çadırlar kuş gübresiyle kaplıymış. Gökten durmadan kuş gübresi yağıyormuş. Güzel hayvan postlarıyla kaplı çadırın ise yerinde yeller esiyormuş. Onun yerine incecik balık derisinden zavallı bir çadır varmış. Sedna içeri giren karın ateşi söndürmemesi için sü­rekli nöbet tutmak zorundaymış.

Çadırın içinde yerler ren geyiği postu değil buz kaplıy­mış. Gece olunca Sedna ayı postundan güzel bir yatakta de­ğil, rüzgâr çadırın içine dolarken kocasının yanında soğuk ve sert mors derisinde yatıyormuş. Her zaman et dolu bir kap yerine kuşların getirdiği balık artıkları ile yetinmek zorun­daymış. Öteki kuşlar kocasının söz verdiği gibi ona yardım edeceklerine onunla alay ediyorlarmış. Kuşlardan saklanabileceği tek bir yer bile yokmuş.

Yine bir gün onu rahatsız eden kuşlar, annesinin fok deri­si elbisesini pençeleriyle çekiştirip almışlar, ırmağın öte tara­fına kaçırıp suya atmışlar ve elbisenin akan suyla birlikte git­mesine göz yummuşlar. Bu durumu kocasına anlattığında ise kocası Sedna’ya şımarık bir çocuk gibi davranmaktan vazgeçmesini söylemiş.

Sedna yalnız kaldığında ne kadar mutsuz olduğunu düşünüyor ve “Keşke o genç adamlardan biriyle evlenseydim. Bu korkunç kuşun sözlerini keşke hiç dinlemeseydim,” diyormuş. Geceleri uyumuyor ve bir kaçış yolu arıyormuş. Fakat koca köyde tek bir kayık bile yokmuş. Kendisi yapmaya kalksa bile köyde ufacık bir kayık yapmaya yetecek kadar bile kütük ve post da bulunuyormuş. Onu yeterince sıcak tutacak elbisesi ve gücü olmadığı için, bu uzun kaçış yolunu yayan gitmeye cesaret edemiyormuş.

Mevsimler gelip geçmiş. Sonunda soğuk rüzgârlar, yerini yazın ılık esintilerine bıraktığında, babası evinden ayrılıp kayığıyla, kızının yeni evini görmek üzere yola koyulmuş.

Kızının ne kadar mutsuz olduğunu görünce çok şaşırmış. Kocanın yaptığı hileyi öğrenince çok öfkelenmiş. O gece ba­ba kızının kocasını uyurken öldürmüş. Sonra da Sedna ile babası hemen kayığa binip evlerine doğru kaçmaya başla­mışlar. Sedna artık hayatında hiç hissetmediği kadar büyük bir ferahlık duyuyormuş.

Öteki kuşlar arkadaşlarının öldüğünü anlayınca, deniz kuşlarının bugün hâlâ süren korkunç çığlıklarıyla ağlamaya başlamışlar. Bir yandan da Sedna ve babasını bulmak üzere yola koyulmuşlar.

Kısa süre sonra uzaktan kayığı görmüşler. Kanatlarını hep birlikte öyle bir çırpmışlar ki büyük bir fırtına çıkmış. Dalgalar yükseldikçe yükselmiş ve kayık devrilecek gibi olmuş.

Sedna’nın babası ölmek istemiyormuş. Kocayı öldüren kendisi olduğu halde kuşların Sedna’nın peşinde olduklarını biliyormuş. Onları yanıltmak ve kendi yaşamını kurtarmak amacıyla kızını kayıktan atmış.

Genç kadın çok şaşırmakla birlikte, boğulmadan önce kayığın kenarına tutunmayı başarmış.

Babası Sedna’dan kutulamayacağını anlayınca, bıçağını çıkarıp kızın parmaklarını son boğumdan kesmiş. Kesik parmaklar suya düşüp balinaya dönüşmüş. Tırnakları ise balina kemiği olmuş. Sedna kalan parmaklarıyla kayığa daha da sıkı tutunmuş.

Bu kez baba parmakları ikinci boğumdan kesmiş, suya düşen parmaklar birer foka dönüşmüş.

Korkunun çıldırttığı baba kızının parmaklarının üçüncü boğumunu da kesmiş. Fakat Sedna her nasılsa tutunmaya devam ediyormuş.

Kuşlar ise Sedna’nın öleceğine inanıp fırtınanın dinmesi­ne göz yummuşlar. Artık korkusu geçen baba da kızının tek­rar kayığa binmesine izin vermiş.

Sedna konuşmaya korkuyormuş. Kanlı parmaklarına ba­kınca tüm varlığıyla buz kesmiş.

İki yolcu eski yazlık kulübelerine varınca, köpekleri Sedna’yı koklayıp kuyruk sallamaya başlamış. Onu gördükleri­ne seviniyorlarmış. Sedna ise çevresine bakıp yine eski günlerdeki saf ve temiz haline dönmeyi arzulamış.

Babası uyuduktan sonra Sedna uzun bir süre uykuya da­lamamış. Sonunda kalkıp yavaşça köpeklerini çağırmış ve kö­peklere babasının ellerini ve ayaklarını yemelerini söylemiş.

Ertesi sabah babası uyanıp olanları anlayınca bağıra çağıra lanet okumuş. Hem kendini hem de Sedna’yı lanetliyormuş. Hem köpeklere hem de kendi hayatına lanet ediyormuş.

Sonunda sustuğunda yerde büyük bir yarık açılmış. Baba, kız, kulübe ve köpekler hepsi yarığa düşüp kaybolmuş. Bazılarına göre dünyanın merkezine kadar düşmüşler. Bazılarına göre hep birlikte ise denizlerin dibini boylamışlar. Her nereye gittiyseler bir daha asla geri dönmemişler. Hem kocası hem de babası tarafından aldatılan, öksüz Sedna ise Yeraltı Tanrıçası olmuş. Yaşam ile ölüm arasındaki kapıyı artık vücut ve ruhları iyileştirebilecek güce kavuşan Sedna bekliyormuş.

 

Kızılderili Kadın Hikâyeleri

Örümcek Kadının Ağı

Susan Hazen Hammond

Çevirmen: Şefika Kamçez

Alfa Basım

2001

Muzip Masal Cini

Masallar üzerine ve masallara dair her şeyi heybesine doldurmuş bir masalcıdır Muzip Masal Cini. Bu bakımdan kendi masallarını ve Ribelyus adlı masal evreninde yaşananları naklederken başka hikayelere de misafir olur. Uzun lafın kısası masalların anlatılmayıp unutulmaya yüz tuttuğu bu yüzyılda yeniden masal anlatabilmek adına beyhude mücadeleye girmiş bir hayal kahramanıdır. Aynı zamanda anlatıla anlatıla günümüze kadar yolculuğuna devam eden masalların toplanması, derlenmesi ve arşivlenmesi gibi çalışmaları kendine görev addetmiştir. Muzip Masal Cini hem masal yazmak hem de unutulmaya yüz tutmuş masalları kayıt altına alıp arşivlemek üzerine hayat bulmuş bir hayali kahramanın gerçek dünya ile masalsı mücadelesidir.

Henüz Yorum Yapılmamış

Yorum Yapın

Eposta adresiniz yayınlanmayacak.