Altındağ’ın Padişahı
Evvel zaman içinde zengin bir tüccar, bunun da biri erkek diğeri kız olmak üzere iki çocuğu varmış. Tüccarın bütün serveti denizde iki vapurda yüklü imiş. Bu vapurların bir an evvel memlekete gelmesini dört gözle bekliyormuş.
Bir gün iki vapurun da denizde kaybolduğunu tüccara haber vermişler. Zavallının bütün serveti bu şekilde mahvolmuş, elinde yalnız bir küçük tarlası kalmış.
Bir gün tarlasında kederli kederli dolaşıyormuş. Önüne çirkin cüce çıkmış. Buna:
– Âdemoğlu neden bu kadar kederlisin, diye sormuş.
Tüccar evvela bu cüceye cevap vermek istememiş. Fakat hatırını kıracağını düşünerek:
– Bütün servetim mahvoldu, demiş. Şimdi bu küçük tarladan başka hiçbir şeyim yok. Onu düşünüyor da kederleniyorum.
Cüce gülerek:
– Hiç merak etme, demiş, eğer şimdi buradan evine giderken yolda ilk rastlayacağın şeyi on iki sene sonra bana getirirsen sana istediğin kadar altın veririm.
Tüccar eve giderken köpeğine rastlayacağını zannederek cücenin teklifini kabul etmiş:
– Pekâlâ, demiş, senin istediğini yaparım.
Bu söz üzerine cüce derhal ortadan kaybolmuş. Tüccar yine kederli kederli evine dönerken yolda oğluna rastlamış. Aradan bir ay geçtiği halde cüceden para falan gelmemiş. Tüccar kendi kendine düşünüyormuş. Bir gün fena halde parasız kalmış. Evin damındaki demirleri satıp para kazanmak istemiş, dama çıkmış, demirleri karıştırırken eline bir torba altın gelmiş. Yeniden zengin olmuş. Sevincinden yerinde duramıyormuş.
Seneler geçmiş. Oğlu büyümüş. Bir gün cüceye verdiği vaadi hatırlayınca aklı başından gitmiş, büyük bir derde düşmüş. Nihayet meseleyi oğluna açmış. Çocuk, babasının sözleri bitince:
– Sakın korkma babacığım, demiş, ben cücenin beni almasına katiyen müsaade etmem.
Böylece adamın vadettiği gün gelmiş. Baba oğul, cüce ile buluşacakları yere gitmişler. Çocuk yere büyük bir halka çizmiş, babasıyla beraber bu halkanın içine girip durmuşlar. Biraz sonra cüce gelmiş. Tüccara yaklaşarak:
– Hani ya, demiş, vaadini yerine getiriyor musun? Bana verdiğin sözü inşallah unutmadın?
Babasından evvel çocuk cevap vermiş:
– Sen burada ne arıyorsun, çirkin cüce, diyerek halkadan fırlamış, cücenin üzerine atılmış, gırtlak gırtlağa kavga etmişler. Nihayet çocuk mağlup olmuş; cüce, çocuğu bir gölün kenarındaki gemiye bindirmiş.
İhtiyar tüccar, çocuğunu ebediyen kaybettiği için üzgünmüş. Ağlaya ağlaya evine dönmüş.
Gemi gölün üstünde günlerce yürüdükten sonra nihayet altınlarla süslü bir sarayın önünde durmuş. Saray tamamen boşmuş. Cinler tarafından tutuluymuş.
Çocuk gemiden çıkmış. Boş sarayın bahçesine girmiş. Bir başından bir başına bütün odaları gezmiş. Nihayet açtığı bir odada beyaz bir yılanın yattığını görmüş. Bu yılan güzel bir kızmış. Fakat cinler onu bağlayarak yılan şekline sokup bu saraya getirmişlermiş.
Yılan, çocuğu görünce sevinmiş, ona:
– Güzel şahzade, demiş, sen beni kurtarmaya geldin. Ben ne dersem hemen yapmalısın: Bu gece on iki siyah cüce, bellerinden zincirler sarkarak gelecekler. Sakın cevap verme, hatta seni bu zincirlerle dövseler bile sesini çıkarma. Yarın akşam başka on iki cüce gelecek, daha ertesi akşam yirmi dört cüce gelecekler, senin başını kesecekler, yine ses çıkarma! O gecenin yarısında güçleri tükenecek, ben de serbest kalacağım, senin yanına geleceğim, seni hayat suyu ile yıkayıp tekrar hayata getireceğim…
Yılanın bütün bu söyledikleri dediği gibi çıkmış. Üçüncü akşam çocuğu kesmişler. Yılan dilber bir sultan olmuş, çocuğu hayat suyu ile yıkayarak tekrar hayata getirmiş, sonra onunla evlenmiş.
Sultan, çocuğu kendi dağına götürmüş. Bu dağ altındanmış. Çocuk bu dağın padişahı olmuş. Sarayı da altından inşa edilmiş. Uzun zaman sultanla beraber yaşamışlar. Sultanın bir erkek çocuğu olmuş.
Bir gün padişah, ihtiyar babasını hatırlamış. Onu görme arzusuna kapılmış. Fakat sultan gitmesini istememiş:
– Eğer gidersen, demiş, biliyorum, başına büyük felaketler gelecek.
Padişah, karısının sözlerini dinlememiş. Sultan, kocasının hakikaten gideceğini anlayınca parmağından bir yüzük çıkararak kocasına vermiş:
– Bu yüzüğü parmağına tak, demiş, ne zaman bir ihtiyacın olursa parmağından çıkar, istediğini dile! Fakat babanın önünde beni görmek isteme!
Padişah yüzüğü parmağına takarak karısına, söylediklerini dinleyeceğini vadetmiş. Parmağından yüzüğü çıkararak:
– Babamın yanında olmak isterim, demiş.
Gözünü kapamış, tekrar açtığı zaman kendini babasının yanında bulmuş. İhtiyar, tüccar oğlunu tanımamış:
– Sen benim çocuğum değilsin, demiş. O senelerce evvel öldü.
Altındağ’ın padişahı bunu işitince dayanamamış. Gözyaşları içinde:
– Hayır baba, demiş, ben senin oğlunum. Sen vücudumda hiç iz hatırlamıyor musun? Kendi çocuğuna ait bu kadar da bir iz yok mu?
Bu sözleri işiten annesi:
– Bizim oğlanın sağ kolunun altında bir frenküzümü vardır, demiş, öylece doğmuştur.
Çocuk elbiselerini çıkarmış, kolunun altındaki izi göstermiş. Annesi ile babası sevinç içinde ağlamaya başlamışlar· Çocuğun boynuna sarılmışlar. Sonra çocuk başından geçenleri anlatmış. Altındağ’daki güzel karısından, mini mini yavrusundan tatlı tatlı bahsetmiş. Babası bunları işitince:
– Hayır, demiş, yalan söylüyorsun. Hiç Altındağ’ın padişahı bu vaziyette seyahat eder mi?
Çocuk onlara vaziyeti anlatmaya çalışmış fakat bir türlü inandıramamış. Hemen padişahlığını ispat etmek için yüzüğünü çıkarmış, karısıyla çocuğunun gelmesini istemiş. Her ikisi de derhal gelmişler. Fakat sultan son derece umutsuzluğa kapılmış.
Annesiyle babası, oğullarının hakikaten padişah olduğuna inanmışlar. Beraber yaşamaya karar vermişler.
Bir gün padişahla sultan gölün kenarına gezmeye gitmişler. Padişah, kendisinin gemiye bindirildiği yeri göstermiş. Bir müddet ayakta durduktan sonra ikisi de yorulmuş. Gölün kenarına, çimenlere uzanmışlar, derhal uykuya dalmışlar.
Sultan sözünü tutmadığı için kocasından intikam almak istemiş. Kocası uyurken parmağındaki yüzüğü yavaşça çıkarmış. Çocuğu ile beraber kendi sarayında olmayı dilemiş.
Padişah uyandığı zaman kendisini gölün kenarında yalnız bulmuş. Yüzüğün de parmağından gittiğini görünce:
– Artık babamın evine gidemem, demiş, beni yalancı, sihirbaz zannederler. Karımı bulmalıyım.
Altındağ’ın padişahı, başını dikerek umutsuz bir halde Altındağ’ı aramaya başlamış.
Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, en nihayet bir dağa gelmiş. Burada üç dev kavga ediyormuş. Padişahı gören devler:
– İşte, demişler, bu bize hakem olsun, mirası pay etsin!
Bu miras bir kılıç, bir saat, bir çift de çizmeden ibaretmiş. Kılıca ne zaman, “Kılıcım kalk,” denirse kılıç kalkar, istenilen adamın başını kesermiş. Saate kim sahipse, ne olmak isterse olurmuş. Çizmeleri giyen istediği yere, ne kadar uzak olursa olsun beş dakikada gidermiş.
Padişah bunları işitince:
– Önce ben deneyeyim, hanginize vermek gerektiğini söylerim, demiş.
Saati almış, bir sinek olmak istemiş. Derhal bir sineğe dönmüş. Sonra kılıçla çizmeyi alıp Altındağ’da olmayı istemiş. Gözünü açınca kendini Altındağ’da bulmuş. Sarayı dinleyince içerden gelen çalgı seslerini işitmiş. Sarayın etrafına toplanan halk sultanın başka bir şehzade ile evlendiğini söylemişler. Padişah elindeki miraslarla içeri girmiş, göze görünmez bir şekilde sultanın yanında durmuş.
Sultan sofrada yüzlerce halk içinde yemek yiyormuş. Padişah, sultan yemek için eline ne alırsa, içmek için ağzına ne götürürse derhal elinden alıyormuş.
Sultan fena halde korkmuş, derhal sofradan kalkıp odasına çıkmış. Padişah da takip etmiş. Sultan odasına girince kendini kanepenin üzerine atmış. Ağlayarak:
– Aman ya Rabbi, demiş, yine beni cinler bağladı.
Padişah derhal saati çıkararak kendi haline dönmüş:
– Sultanım, ben seni cinlerden kurtardım fakat sen beni aldattın, ben bunu hak ettim mi, demiş.
Sultan derhal dışarı çıkmış. Bütün ahaliye gitmelerini, düğünün olmayacağını, Altındağ’ın hakiki padişahının geldiğini söylemiş. Düğüne davetli padişahlar, şehzadeler; hepsi bu gülünç durumla alay etmişler. Padişah bunların alaycı gülüşlerine kızmış. Hepsinin başlarını kılıçtan geçirmiş. İkinci kez Altındağ’ın padişahı olmuş. Karısı, çocuğu ile mesut yaşamaya başlamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
İstanbul Masalları
Naki Tezel
Alfa Yayınları
2019
İstanbul