Masalların Masal Gibi Tekerlemeleri
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Az gittik uz gittik… diye başlayan tekerlemelerle hazırlanırdık masallara, anlatıcının hünerli dilinde bizi heyecanın denizlerine atarken iştahımızı kabartır da kabartırdı. Lafı çok uzatmaya gerek yok masal masal içinde masal düş içinde diyerek sizi bulup buluşturduğum bazı masal tekerlemeleri ile bir araya getirmek istiyorum. Masal yolculuğunuzda sizi en güzel masalların bulması dileğiyle;
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde., dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı. Hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinden kalma, kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan…o akşam ne cezveyi köpürdete bildim, ne kahveyi höpürdete bildim. Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip ohh çekmez mi, bizim düdük fare! Kızmayın benim canım efendim, bu fa renin derdinden bittim, tükendim. Benim gibi bir a dam değil, kambur felek, kadife yelek bile dayana maz buna. Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor. Öyle ya, hani han, hani hamam? Bir gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım. Baktım ki olur gibi, olacak gibi değil, ne yapıp ettim, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye. Dileğim yerini bulursa, kilerde nöbet bekleteceğim. (E. Cem Güney)
Çıktım tavan arasına bir kırık sandık buldum. Açtım baktım: İçinde bir kırık altın almayacaktım ama, aldım, sarıdır diye, ordan gittim İstanbul’a bir kâse yoğurt aldım durudur diye, dokuz yüz doksan testi su kattım borudur diye, Tophane güllelerini cebime doldurdum darıdır diye, nacağı aldım Kapalıçarşı’ya daldım korudur diye, Akdeniz’e girdim kıyıdır diye, ortasına bastım kuyudur diye, Selimiye Camii’nin duvarına dayandım yalıdır diye, Ahırdağı’na bir tekme vurdum “Geri dur!” diye, üçlük beşlik verdiler beğenmedim iridir diye, sade Osmanlı lirası verdiler almadım sarıdır diye, beni aldılar tımarhaneye götürdüler delidir diye, iki adam geldi şahitlik etti veli oğlu velidir diye, tımarhaneyi dürdüm katladım sırtladım halıdır diye, beş on copa vurdular yeridir diye, beni padişaha bildirdiler delidir diye, padişahtan ferman çıktı “Bırakın onu eski huyudur!” diye, ferman aldım cadde boyu gidiyordum bir boz eşek gördüm takıldım peşine eşek bana bir tekme vurdu geri dur diye.(Pertev Naili BORATAV)
Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi… O öfke ile Tophane minaresini cebime sokmayayım mı borudur diye… O öfke ile Tophane güllesini cebime doldurmayayım mı darıdır diye… Orada buldum iki çifte bir kayık. Çek kayıkçı Eyüb’e… Eyüb’ün kızları haşarı… Bir tokat vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı… Orada gördüm bir kız… Adı Emine, gittim yanına… Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çayırlık çimenlik, bir tarafı sazlık samanlık… Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile… Bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile… Bir tarafta Mehmet Ali Paşa cenk ediyor şevk ile… Anan yahşi, baban yahşi, kurtuldum ellerinden… vardım masal iline.(Naki TEZEL’den)
Var varanın, sür sürenin… Baykuşu çoktur viranenin… Destursuz bağa girenin, geçmez parayla dükkâna girenin, hokka çömleğini başında patlatır Bekri Mustafa…
Hak dost, veli dost… Babamdan kaldı bir eski post… Ben dikerim, o sökülür… Arasına bit, pire sokulur… Ufacığı bakla gibi, büyüceği toklu gibi… Tuttum pireyi, İstanbul’a yolladım. Bekledim, bekledim gelmedi. Ardından uşak yolladım.
Bir kaz aldım pazardan akça pakça, eti kemiceğinden pekçe…
Kırk kişiyiz… Onumuz odun yarar, onumuz kav çakar, onumuz su taşır, onumuz ateş yakar… Bir de baktık kaz kafasını kaldırmış, kazandan bize bakar…
Fare takla tukla… Ne nohut bıraktı bu yıl ne de bakla… Kahveci kutuyu sakla, tiryaki olmuş o güdük fare…
Fare ovada yedi başağı, sıyrıldı çıktı direkten… Somunu kaptı kürekten… Gözleri büyük çörekten… Dişleri iri oraktan…
Tavanda teker meker… Gözlerime toz döker… İhtiyara bakmaz geçer.
Bir oh çekmez mi bizim güdük fare? Tavanda koptu patırtı…
Çömlek başına atıldı… Çektim tüfeği avludan… Yah ettim dokuz kilo soğan…
Derken efendim, baldıranlığa daldı kurudur diye… Boz eşek attı çifteyi geri dur diye. Ben tuttum kuyruğundan ileri diye…
Kalktı sıçradı kürek sapına… Gözünü dikmiş çocuk hakkına… Seksen kiloluk pekmez küpüne…
Reçel olup gitti bizim güdük fare… Efendimin ağası… Sivridir külahisi… Uzatmıyalım biz bu sözü, başımıza gelir sonra daha belalısı… (Naki TEZEL’den)
Nereden baslasak, çağırsak gelse gelse çağırsak. Sussak söylese söyle sussak, biz dinlesek o masallasa o masallasa biz dinlesek. Çıksa gelse köşeden kapılar kopsa meteşeden, enteşeden menteşeden ah bir gelse şu köşeden. Pek nazlıdır zatı şahaneleri neyse yeniden gelse çağırsak çağırsak gelse, uçsa kaçsa düşse rüyaysa düşse rüyaysa dilimizin derdi masalsa dilimizin derdi masalsa kurulup bize anlatsa. Ay olsa gece olsa kurt uyusa çakal ulusa, arpa olsa yol olsa dilmizin derdi masalsa, konuşsa anlatsa düşe kalksa gümbürdeyip bizim diyara dalsa gök yarılsa yer açılsa bu gece heryer mis gibi masal koksa. Gelse otursa otursa anlatsa, tekrar diyelim çıksa gelse o köşeden enteşeden menteşeden dağ devrilse bu köşeden. Uzun yol gitsek arpa eksek Muzip gelse biz dinlesek uzun yol gitsek rüzgar eksek Muzip söylese biz fırtına etsek uzun yol gitsek gözü göz etsek Muzip gelse sözü söz eylesek… (Muzip Masal Cini)
Sürçü lisan ettikse affola…
Muzip Masal Cini