Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the advanced-ads domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /home/muzipmasal/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
Maymunların Budası (Japon Masalı) – Muzip Masal Cini

Maymunların Budası (Japon Masalı)

Maymunların Budası (Japon Masalı)

Bir zamanlar bir büyükbaba ile bir büyükanne varmış. Kuşlar olmasaymış, yaşamlarından memnun yaşayabilirlermiş. Büyükbaba küçük tarlasında sevgiyle çalışıp bütün ayrık otlarını özenle temizlese de doymak bilmeyen kuşlar gelip bütün filizleri yermiş. Büyükbaba hiçbir zaman umduğu ürünü alamazmış. Geceleri bile yatağında bir o yana, bir bu yana döner dururmuş. Düşünde dev gibi kuşların tarlasına üşüştüğünü, bütün ekinleri son tanesine kadar yediklerini görürmüş. Sabah terden sırılsıklam ve yorgun uyanırmış.

“Böyle sürdüremeyiz. Bana yiyecek bir şeyler hazırla. Sende vardır, renkli birkaç çaput bul. Korkuluk gibi giyineceğim. Bakalım, kuşları korkutabilecek miyim!” demiş büyükbaba yine uykusuz geçen bir geceden sonra.

Büyükanne darı köfteleri pişirmiş. Çaputlar bulmak için sandıklarının kıyısını, köşesini karıştırmış. Büyükbaba giyinmiş. Öyle güzel bir korkuluk olmuş ki görecekmişsiniz! Bir sürü ponponlu yeşil bir başlık, beyaz, siyah, mavi bez parçalarından yapılmış ve koca koca çiçekli bir ceketle bir tünik, kemer olarak da kırmızı bir eşarp. Bu gülünç giysisiyle büyükbaba tarlasının ortasında durmuş ve kollarını sallayarak çaputlara tam anlamıyla vals yaptırmış. Bir o, bir bu ayağı üstünde sekiyormuş. Gerçekten, tek kuş bile tarlanın üstünde uçmaya, en minik taneyi yemeye cesaret edememiş.

“Size kim olduğumu göstereceğim. Sizi gidi pis boğazlar! Bundan böyle tohumlarımı zıkkımlanamayacaksınız.”

Buluşu büyükbabanın pek hoşuna gitmiş.

Güneş gökyüzünde ağır ağır yükseliyormuş. Büyükbaba kollarını gittikçe daha gevşek bir biçimde sallıyormuş. Bir o ayağı, bir bu ayağı üstünde giderek daha ağır bir şekilde sallanıyormuş.

“Epey kovaladım kuşları. Güç toplamak için artık biraz oturabilirim”, demiş sonunda.

Bağdaş kurup oturmuş, çıkınından bir köfte almış, yer yemez kollan dizlerine, başı göğsüne düşmüş. Başlamış derin bir şekilde uyumaya.

Sıcak bir yaz günüymüş, güneş pırıl pırıl parlıyormuş, çevrede çıt yokmuş. Kuşlar gölgeye sığınmış. Büyükbaba derin derin uyuyormuş.

Birden bir maymun sürüsü çığlıklar kopararak ormandan çıkmış. Önce merakla çevrelerine bakınmışlar. Maymunlardan biri diğerlerinden daha çok şamata koparıyormuş. Rengârenk çaputlar giyinmiş, tarlasının kıyısında duran büyükbabayı farketmiş, arkadaşlarını çağırmış. Garip yaşlının çevresini sarmışlar. Gitgide yaklaşıyorlarmış. O rengârenk şey kımıldayacak olsa, kaçıp gideceklermiş. Ama büyükbaba derin bir uykudaymış, olanların bilincinde değilmiş. O öyle kımıldamadan durunca maymunlara cesaret gelmiş. İçlerinden biri çıkınını kapmış ve köfteleri çıkarmış. Bir anda yutmuşlar köfteleri. Sonra yaşlıca bir maymun büyükbabaya iyice yaklaşmış ve onu dikkatle inceledikten sonra:

“Bu ne biliyor musunuz?” demiş ötekilere. “Bu Buda’nın yeni bir heykeli olmalı, köfteler de adak olarak getirilmiştir.”

“Haklısın, Buda’nın yeni bir heykeli olmalı. Ne kadar güzel, hiç böyle bir Buda görmedim”, demiş bir başka maymun rengârenk çaputlara hayranlıkla hafifçe dokunarak.

Maymunların artık hiç korkusu kalmamış. Çığlıklar koparıyor, gürültü kıyamet bağrışıyor, çaput ve ponponları çekiştirip duruyorlarmış.

Sonunda en yaşlıları bir öneride bulunmuş: “Bu Buda’yı tapınağımıza götürelim. Bu kadar olağanüstü bir Budamız olduğunu görünce öteki hayvanlar bizi kıskanacak.”

Maymunlar bu öneriye bayılmış. Bazıları elele tutuşarak bir sedye oluşturmuş, ötekiler de Buda’yı dikkatle sedyenin üstüne yerleştirmiş. Eh, en sonunda büyükbaba gürültüye uyanmış. Maymunların kendisiyle ilgili söylediklerini hep işitmiş. İyice meraklanmış. Maymunların kendisini nereye götüreceklerini bilmek istiyormuş. “Sanki tahtadanmışım gibi öylece duracağım”, demiş kendi kendine. “Onlara hiçbir şey belli etmeyeceğim. Bu çılgın macerayı anlatınca büyükanne kim bilir ne kadar şaşıracak!”

Budayı taşıyan maymunlar sakınarak yürüyormuş. Irmağın kıyısına varınca bir süre bir yavlan aramışlar. Muhteşem Budalarının ıslanmasını istemiyorlarmış. Sonunda bir yavlan bulmuşlar ve usulca suya girmişler. Bu kadar güzel Budalan olduğu için şarkı söylemeye başlamışlar. Şarkıyı her maymun kendi kafasına göre söylüyormuş. Ama şarkı doğrusu pek hoşlarına gidiyormuş.

“Adımlara dikkat Aman Buda ıslanmasın. Hey hey, adımlara dikkat.”

Maymunlardan biri şarkısını kesip bağırmış: “Buda’yı iyice yukarı kaldırın. Sizin kuyruğunuz ıslansa da önemli değil, yeter ki Buda’nın kuyruğu ıslanmasın.”

Bir yandan da ıslanmasın diye kendi kuyruğunu havada tutuyormuş.

Büyükbaba kahkahalarla gülmemek için kendisini zor tutuyormuş. Maymunların rahat etmesi için bu kadar telaşlanmasını görmek çok garipmiş!

Sonunda ırmağı geçip kızılca kıyametler kopararak kıyıya çıkmışlar ve büyükbabayı dağın ta tepesindeki tapınaklarına götürmüşler. Doğrusunu söylemek gerekirse, burası bir tapınak değil, daha çok derin bir mağaraymış. Sunak olarak maymunların kuşkusuz yıkık bir tapınaktan aldıkları ağaçtan eski bir parça varmış.

Maymunlar muhteşem Budalarını yerleştirmiş. Ona bir yakından bakıyor, bir mağaranın girişinde durup bağrışıyorlarmış: “İşte Budaların en muhteşemi! Dünyada eşi benzeri yok!”

Sonunda, Buda’nın oradan hoşnut kalmasını sağlamak için adaklar sunmaları gerektiğini düşünmüşler. Anında, her biri bir yana dağılmış Buda’ya yaraşır bir armağan bulmak için. Aradan birkaç saat geçmiş; maymunlar bir bir mağaraya dönmüş. Herkes ne bulduysa, tahta parçasının üstüne bırakmış. Adaklarını sunarken yere kapanıyor ve titrek bir sesle şarkı söylüyorlarmış: “Ey ulu Buda, şu zavallı maymunun armağanını kabul buyur.”

Kimi bir avuç ceviz, kimi özsu dolu bir kök bırakıyormuş. Hatta maymunun biri kuşkusuz bir tüccardan ya da dalgın bir hacıdan aşırdığı bir altını getirmiş. Kimi kırılmış bir yelpaze ya da renkli cam kırıkları, kısaca her biri kendisince sahip olduğu en değerli şeyi Buda’ya getirmiş. Kuyruğun ardı arkası gelmiyor, sunakta gittikçe adaklar yığılmaya başlıyormuş. Kımıldamadan durmaktan zavallı büyükbabanın her yanı ağrıyormuş. Ama kendini ele vermek istemiyormuş. O zaman başına neler geleceği hiç belli olmazmış. Bütün bunların nasıl biteceğini görmek için, sabırla bekliyormuş. Maymunlar bir süre daha mağarada kalmış, sonra yeni Buda ile ilgilenmemeye başlamış. Yeniden bir başka eğlence bulmak için ormana gitmişler. Ormanda çığlıklarının arkası kesilince her yanı tutulmuş olan büyükbaba sunaktan inmiş “Biraz daha dursaydım, gerçekten tahtadan bir Buda haline gelecektim hani!” demiş.

İşine yarayacak bütün armağanları, özellikle de altın parayı toplamış. Hiç bu kadar iri altın para görmemiş. Olabildiğince çabuk terketmiş mağarayı; çünkü maymunlarla bir daha karşılaşmak istemiyormuş. Şehre varınca altını bozdurmuş. Kendisine ve büyükanneye bir kışlık, bir yazlık kimono almış. Kocaman bir kutu şekerleme satın almış.

Güzel bir ziyafet çekmişler. Büyükanneye maymunların kendisini ırmaktan nasıl geçirdiklerini, ıslanmasından nasıl korktuklarını anlatınca büyükanne gülmekten katılmış. Büyükbaba durmadan maymunların şarkısını tekrarlamak, ulu Budanın önünde nasıl yere kapandıklarını göstermek zorunda kalıyormuş.

Kahkahaları kıskanç komşu kadının dikkatini çekmiş. Kadın kapılarına gelmiş ve:

“Yalnız mısınız?” diye sormuş.

“Buyurun”, diyerek büyükbaba ve büyükanne onu davet etmişler. Şehirden getirdiği şekerlemelerden ikram etmişler. Kıskançlıktan solmuş yüzünde sahte bir gülümsemeyle “Neyi kutluyorsunuz?” diye sormuş kadın.

Büyükbaba macerasını anlatmış ve ona yeni kimonolarını göstermiş.

Bütün bunları öğrenince komşu kadın hemen evine koşmuş. Sabırsızlıkla kocasının eve dönmesini beklemiş. Adam daha sandaletlerini çıkarmadan “Beni iyi dinle”, demiş, “yarın sabah olur olmaz bir korkuluk giysisiyle tarlaya gideceksin. Bak, komşumuz ne kadar şanslı. Oysa hımbılın teki! Ama sen daha fazlasını getirebilirsin.”

Bir susmamış ki kocası bütün olayı baştan sona dinleyebilsin! Kimonoluk canım kumaşı almış ve parça parça yırtmış. Ertesi gün kocasını bunlarla korkuluk gibi giydirmiş. “Hah, şimdi tarlaya git ve maymunları bekle.”

Komşu gitmiş ama bir gün önce büyükbabanın yaptığı gibi tarlanın ortasında durup kuşları kovalamak için kollarını sallamak zorunda değilmiş. Hemen tarlanın kenarına bağdaş kurup yerleşmiş. Ellerini dizlerine koymuş ve derin bir düşünceye dalmış gibi başını eğmiş. Başlamış maymunları beklemeye. Uzun zaman beklemek zorunda kalmış. Tam uykuya dalacakken birden ormanının dışına fırlayan maymunların çığlıklarını işitmiş.

“İşte, bakın, Buda geri dönmüş. Bugün dünkü gibi şatafatlı giyinmemiş. Ama önemi yok! Onu yine de tapınağımıza götüreceğiz.”

Bir kez daha elleriyle sedye oluşturmuşlar, komşuyu sedyenin üstüne yerleştirmiş ve özenle götürmüşler. Yaşlı adamcağız kendisini pek rahat hissetmiyormuş. Doğrusu maymunların çığlıklarına zor katlanıyormuş. Ama zengin olmak için her şeye razıymış.

Irmağın kıyısına varınca maymunlar bir yavlan aramaya koyulmuş ve şarkılarına başlamış: “Adımlara dikkat Aman Buda ıslanmasın. Hey hey, adımlara dikkat.”

“Çığlıkları şarkı sanıyorlar”, demiş komşu içinden. Kahkahalarla gülmemek için kendisini zor tutuyormuş. Ama ırmağın ortasına gelince, “Sizin kuyruğunuz ıslanırsa ıslansın, yeter ki Buda’nın kuyruğu ıslanmasın”, diye bağırmışlar. İşte o zaman yaşlı artık kendisini tutamamış, başlamış kahkahalarla gülmeye.

“Bu bir Buda değil, bir insan, bir düzenbaz”, diye bağırmış maymunlar. Öfkelenip komşuyu suya atmışlar. Çığlıklar atarak ormanda kaybolmuşlar. Akıntı adamı sürüklüyormuş. Son saatinin geldiğini sanmış. Ama suya sarkan bir söğüt ağacının dallarına tutunmayı ve kıyıya çıkmayı başarmış. İliklerine kadar ıslanmış; bez parçalan vücudundan sarkıyor, bacaklarına dolanıyor, yürümesini engelliyormuş. Bu gülünç giysiyle köyde rezil olurmuş! Çalılıklara saklanmış ve akmamın olmasını beklemiş. Akşam geç saatte evine doğru yola çıkmış. “Bari komşu ile karşılaşmasam, çok utanırım!” demiş köy görününce. Köye daha çabuk varmak için koşmaya başlamış.

Karısı çitin yanında durmuş, saatlerdir yolunu gözlüyormuş. Koşa koşa geldiğini görünce sevinerek “O ötekinden daha fazla almıştır”, demiş kendi kendine. “Bunu söylemek için acele ediyor. Kendimize neler neler satın alacağız.” Daha kocası ulaşmadan üstündeki giysileri çekip çıkarmış ve kocasınınkilerle birlikte ateşe atmış. “Bu eski püskü şeyleri gözüm görmesin. Kendimize göz kamaştırıcı giysiler alacağız.”

Eee, neden olmasın! Göz kamaştırıcı giysilermiş! Komşuları acıyıp eski kimonolarını vermeseymiş, neredeyse çırılçıplak dolaşacaklarmış.

 

Japon Masalları

Çeviren: Temel Keşoğlu

Doruk Yayımcılık 

Ankara-2000

 

Muzip Masal Cini

Masallar üzerine ve masallara dair her şeyi heybesine doldurmuş bir masalcıdır Muzip Masal Cini. Bu bakımdan kendi masallarını ve Ribelyus adlı masal evreninde yaşananları naklederken başka hikayelere de misafir olur. Uzun lafın kısası masalların anlatılmayıp unutulmaya yüz tuttuğu bu yüzyılda yeniden masal anlatabilmek adına beyhude mücadeleye girmiş bir hayal kahramanıdır. Aynı zamanda anlatıla anlatıla günümüze kadar yolculuğuna devam eden masalların toplanması, derlenmesi ve arşivlenmesi gibi çalışmaları kendine görev addetmiştir. Muzip Masal Cini hem masal yazmak hem de unutulmaya yüz tutmuş masalları kayıt altına alıp arşivlemek üzerine hayat bulmuş bir hayali kahramanın gerçek dünya ile masalsı mücadelesidir.

Henüz Yorum Yapılmamış

Yorum Yapın

Eposta adresiniz yayınlanmayacak.