Dişi Kedi İle Keşiş (Japon Masalı)
Bir zamanlar, ilkbahardan kışa kadar diyar diyar dolaşan gezginci bir keşiş varmış. Ormanlarda şifalı otlar toplar, cenazelerde dualar okur, büyük bir başarıyla büyü yapıp hastalan iyileştirirmiş. İyileşen hastalar yanlarında kalmasını önerince konukseverliklerinden uzun süre yararlanmak istemezmiş. Birkaç gün sonra, gideceği tutar, piliyi pırtıyı toplayarak yollara düşermiş. Tabii böyle yaşamak kışın çok zormuş. Ama keşiş kötü mevsimi geçirecek bir manastır bulurmuş her zaman. Güneş ısıtmaya başlayınca kara giysisi, ayaklarında yırtık sandaletleri ve sırtında eski çantasıyla diyar diyar dolaşmaya çıkarmış. Bir yerde uzun süre kalmadığı için insanlar kolayca unuturlarmış onu. Gerçekten onu kimse tanımazmış. İleri bir yaşa varınca ihtiyaçlarını karşılamakta iyice zorluk çekmeye başlamış. Nerede olsa, yatarmış. En son ne zaman yemek yediğini bile hatırlamıyormuş! Yine de umursamıyormuş bunları. Dağları, pırıl pırıl çavlanları görünce neşeleniyormuş. Bütün kuşlarla ve diğer hayvanlarla çok iyi anlaşıyormuş. Gökteki beyaz bulutları izleyerek yürümekten daha iyi bir şey yokmuş onun için.
Bir gün, yolu Füküjima şehrine düşmüş. Pazar yerinde kendisini bir geceliğine konuk edip edemeyeceğini kime soracağını düşünürken yaşlıca biri: “Çok uzaklardan geliyor olmalısınız”, demiş; “çünkü sizi daha önce hiç görmedim”.
“Şehrinize ilk kez geliyorum. Ben de geceyi nerede geçirebilirim, diye düşünüyordum. Bana bir öğüt verebilir misiniz?”
“Şehrimizde bunu dert etmenize gerek yok. Buraya ilk kez geldiğinize göre, burada olanları bilmiyorsunuzdur. Yargıcımızın başına büyük bir felaket geldi. Biricik kızı çok ağır hasta ve kimse onu iyileştiremiyor. Bir sürü doktor geldi. Başşehirden bile geldiler. Ama hiçbiri bir çare bulamadı. Bir sürü keşiş hastanın baş ucunda dualar okudu, boşuna! Kız öylece yatıyor. Tek söz etmiyor, yemiyor, içmiyor, günden güne eriyor. Yargıç şehre gelen yabancıları evine göndermeleri için komşularına rica etti. Belki içlerinden biri bir ilaç biliyordur ya da yararlı bir öneride bulunur, diye umuyor. Siz muhterem keşiş, çeşitli hastalıkları tanıyor olmalısınız. Oraya gidip şansınızı denemek istemez misiniz?”
Keşiş çenesi düşük adamı dikkatle dinlemiş, sonra sonuç hakkında hiçbir söz vermemiş ama yargıcın kızını mutlaka göreceğini söylemiş.
Yargıcın evinin nerede olduğu sorusuna “Dosdoğru gidin”, diye cevap vermiş yaşlı adam. Ana sokağın solundaki en son ev yargıcın evidir”.
Keşiş tarif üzerine ana sokağı inmiş. Evin yanına varınca avlu duvarının bir deliğinden benekli, küçük bir kedi çıkıp yolunu keserek miyavlamış:
“Muhterem keşiş, biraz bekleyiniz, size bir şey söyleyeceğim.”
Şaşıran keşiş durmuş ve dişi kediye bakmış.
“Miyav, senin iyi ve merhametli biri olduğunu hissediyorum. Üzüntümden ne yapacağımı bilemiyorum. Lütfen, bir akıl ver. Bana yardım edeceğine söz verirsen, sana çok önemli bir şey açıklayacağım. Uzun zamandan beri bu evde yaşıyorum. Yargıcın evine neden geldiğini biliyorum. Genç kızı iyileştirmen tamamen bana bağlı.”
Keşiş kediyi okşamış ve elinden gelen yardımı yapacağına söz vermiş.
O zaman, dişi kedi konuşmasını sürdürmüş: “Yargıcın kızının hastalığı sıradan bir hastalık değil. Bu evde bana yapılan bütün kötülükleri cezalandırmak için, onu ben hastalandırdım. On iki yıldır bu evde yaşıyorum. Her yıl yargıç yavrularımı boğdurdu. Oysa çocuklarım olsun istiyorum. Onları gerektiği gibi yetiştirmek istiyorum. Yakında yeniden yavrularım olacak. Ben de öcümü almaya karar verdim. Yavrularımın canlı kalmasını sağlarsan ve beni buradan götürürsen, yargıcın kızı iyileşecek, yoksa ölecek.”
Keşişe bakarken dişi kedinin yeşil gözleri ışıl ışıl parlıyormuş.
Keşiş biraz şaşırmış ama dişi kedinin acısını çok iyi anlıyormuş. Ona yardım edeceğine söz vermiş. Sonra yargıcın evine yaklaşıp “Kimse yok mu? Hastayı görmeye geldim”, diye seslenmiş.
Hizmetçiler dertli baba ile acısı yüzünden anlaşılan solgun annesi koşmuşlar. Onu hemen hasta kızın odasına götürmüşler.
Yatakta küçük bir kız yatıyormuş. Yüzü o kadar solgunmuş ki beyaz örtüler içinde yalnızca kara saçları seçiliyormuş. Kımıltısız ve bilinçsiz yatıyormuş. Ziyaretçilerin bile farkında değil gibiymiş.
“Uzun zamandır böyle. Şimdiye kadar neyi olduğunu söyleyecek bir doktor çıkmadı. Bize yardım edin, muhterem keşiş. Biricik yavrumuzu kurtarın”, diye yalvarmışlar zavallı anne ve babası.
Keşiş başını eğip teşbihini çıkarmış ve dua etmeye başlamış.
“BO-RON, BO-RON, MİO-KO TEN Cİ KİU-TAİ SA-HO SO-Bİ-NEN ŞO-TEY KU-SAN…” Duanın sözleri odada tatlı tatlı yayılıyormuş. Anne ve baba dikkatle kızlarının yüzünü gözlüyorlarmış. Birden solgun yüzde sıkılgan bir gülümseme belirmiş. Keşiş duasına devam edince hasta doğrulup yatakta oturarak çok zayıf bir sesle: “Öyle acıktım ki!” demiş.
Anneyle babanın sevinçleri sonsuz olmuş, kızlarını kucaklayıp ona yiyecek, içecek getirtmişler. Gözlerinde yaşlarla keşişe teşekkür etmişler. Ona evin en iyi odasını vermişler. En nefis yemekleri tatmış.
“Bana benekli dişi kedinizi verin”, demiş keşiş anne babaya. “Başka hiçbir ödül istemem.”
Yargıç, keşişin alçakgönüllülüğüne şaşırmış ama başka hiçbir şey kabul etmeyince hiç olmazsa, çantasını pirinç köfteleri ve pastalarıyla doldurmuş. Keşiş dişi kediyi alıp çantasını omzuna vurmuş ve gitmiş.
“Başınıza bir daha böyle bir şey gelmesini istemiyorsanız, dişi kedilerinizin yavrularını öldürmeyin”, diye ayrılmadan yargıca öğütte bulunmuş.
O zamandan beri, dişi kedi keşişin yanından hiç ayrılmamış. Nereye giderse onunla gitmiş. Hep güzel günler görmemişler ama keşiş her şeyini dişi kediyle paylaşmış. Yavruları doğunca köyün yakınında terkedilmiş eski bir tapınak bulmuş. Dişi kediyle oraya yerleşmiş ve yavrularını büyütmesine yardım etmiş. Kış yaklaşıyormuş, kendisi ve dişi kedi için çok nadir yiyecek bulabiliyormuş. Doyuncaya kadar yedikleri olmuyormuş. Isınacak odunları bile yokmuş.
Keşiş uzun uzun düşünmüş ve bir akşam kediye “Sevgili kedi”, demiş, “ne kadar yoksulluk içinde olduğumuzu sen de görüyorsun. Kış yaklaşıyor ve kışlar burada çok sert geçer. Bir çıkış yolu bulmak için çok düşündüm. Ama bulamadım. Benden ayrılmalısın. Çünkü benim yanımda açlıktan başka bir şey bulamayacaksın. Kendin ve yavruların için daha iyi bir sahip bul. Çevrede yeterince zengin tapınak var. Seninle ilgilenecek iyi bir keşiş mutlaka bulursun. Bana gelince; şu ya da bu biçimde başımın çaresine bakarım.”
Dişi kedi sırtını kabartmış, tatlı tatlı mırıldanmış ve bir sepetin içinde oynayan yavrularını hoşnutlukla seyretmiş.
“Miyav”, diye alçak bir sesle cevap vermiş. “Benim için tasalanmana gerek yok, kendin için de. Yavrularımı boğulmaktan kurtararak en büyük arzumu gerçekleştirmemi sağladın. En küçük parçayı dürüstçe benimle paylaştın; miden bomboşken bile. Uzun zamandır, bu iyiliğini ödüllendirmeye niyetim vardı ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Sonunda aklıma iyi bir fikir geldi. Beni iyi dinle. Yöredeki bütün kedilerin davet edildiği kediler balosunda bölgenin en zengin adamı olan fasulyeli sos tüccarının büyükannesi birkaç gün içinde ölecek. Bu, sana yardım etmem için bir fırsat olacak. Zengin adam büyükannesini şanına yakışır bir biçimde toprağa vermek için bütün tanınmış keşişleri çağıracaktır. Dualardan sonra, keşişler tabutu götürmek için kaldırmak istediklerinde, tabutu havaya kaldıracağım ve kimse beni görmeden orada öylece tutacağım. Dünyada hiçbir güç tabutu oynatamayacak; ne aşağıya, ne ileriye, ne geriye. Büyü, ancak dua etme sırası sana gelince çözülecek. Ama seni öteki keşişlerden ayırabilmem ve tabutu bırakmam için duanın arasında kedilere bir imada bulunmalısın. Nasıl olsa, bütün dualar anlaşılmaz olduğundan, kimse bunun farkına varmaz. Tek sen tabutu sala indirebileceksin. Ünün bütün ülkeye yayılacak. Yiyecek bulmak için dilenmek zorunda kalmayacaksın. Artık genç değilsin. Diyar diyar dolaşmak sana göre değil.”
Keşiş başını şüpheyle sallamış; çünkü dişi kedinin sihirli gücü olduğuna gerçekten inanmıyormuş. Ama kedinin fiyakasını bozmamak için karşı çıkmamış, tersine dediklerini yapacağına söz vermiş.
Gerçekten de beş gün sonra zengin fasulyeli sos tüccarının büyükannesi ölmüş. Cenazenin özverili ve uysal, üstelik yörenin en zengin tüccarı olan toruna layık bir törenle toprağa verilmesi gerekirmiş. Hesabı en kuvvetli olan bile, toplanan keşişleri, din adamlarını sayamazmış! İşlemelerle bezeli tabut bir kerevetin üstüne koyulmuş. Sabahtan akşama kadar, ışıklar içindeki tapınakta dua mırıltıları ve teşbihlerin şakırtısı işitiliyormuş. Cenaze töreninin sonu yaklaşıyor, keşişler götürmek üzere tabutu kaldırmaya hazırlanıyorlarmış. Birden tabut havaya yükselmiş ve havada asılı kalmış, görünmeyen bir güç onu tutuyor gibiymiş. Keşişler tabutu çekmek için çabalamış ama başaramamışlar. Sonunda bunda bir büyü olduğuna karar vermişler.
Zengin tüccar ve ailesi korkuya kapılmış. Büyükannelerine karşı bir kusur mu işlemişler! Bir hata mı etmişler acaba! Böyle bir büyü elbette dualarla bozulurmuş. Tabutu indirmeyi ve cenaze törenini gerektiği gibi tamamlamayı başarırlarsa, keşişleri bol bol ödüllendireceklerine söz vermişler.
Başlamışlar keşişler dua etmeye. Teşbihleri öyle hızla çekiyorlarmış ki kıvılcımlar çıkıyormuş ağaç tanelerden. Ama uygun duayı etmiyor olmalılarmış; çünkü tabut olduğu yerde duruyormuş. O zaman, her keşiş gizli gizli kendi duasını okumaya başlamış. Herkes kendi duasının etkili olduğunu savunuyormuş. Sonra senin duan daha etkili, benim duam daha etkili diyerek tartışmaya başlamışlar. Neredeyse yumruk yumruğa gelmişler. Bütün bu çalkantılara karşın, kimse tabutu indirmeyi başaramamış.
Köy halkı koşup gelmiş ve keşişlerle alay etmeye başlamış. “Bu, pilav yemeye, gizli gizli yağlı balıkları gövdeye indirmeye benzemez. Bak, bunda üstünüze yok. Ama haydi gösterin bakalım hünerinizi de indirin şu tabutu.”
“Şu keşişlerin haline bir bakın! En iyi büyüyü ben bilirim diye birbirlerine girdiler. Ama bir tabutu bile indiremiyorlar.”
Ama Allah var! Keşişler ellerinden geleni yapıyorlarmış. Yenildiklerini kabul etmek hoş bir iş değilmiş; ama bütün dualara karşın, tabut havada asılı duruyormuş.
Sonunda zengin tüccarın sabrı tükenmiş. “Rezil olduk! Muhterem büyük annemin cenazesini rezil ettiniz. Hiç görülmüş şey mi bu!” diye bağırmış. Hizmetçilerini yöredeki bütün keşişleri getirmeye göndermiş. Yeter ki büyükannesinin tabutunu indirmeyi başarsınlar, ne isterlerse verecekmiş!
Bütün tapınaklardan keşişler gelmiş, şanslarını denemişler. Hepsi sırayla dua etmiş; boşuna!
“Gerçekten bütün keşişleri çağırdınız mı?” diye sormuş hizmetçilerine zengin tüccar.
“Evet, ayrımsız hepsini, efendi”.
“Bize yardım edecek bir keşiş bulunmaması olacak şey değil!” demiş iyice umutsuzluğa düşen zengin. “İyi düşünün, sakın unuttuğunuz bir keşiş olmasın”.
Hizmetçilerden biri uzun uzun düşündükten sonra: “Gerçekten birini unuttuk”, demiş. “Biraz uzakta terkedilmiş, yarısı yıkık bir tapınakta, bir dişi kedi ve yavrularıyla birlikte yaşayan bir keşiş var. Yaşına karşın, kimseler tanımadığına ve yoksulluk içinde yaşadığına göre, çağırmaya değmez. Bunca ünlü keşişin başaramadığını, o mu başaracak!”
“Çabuk getirin onu. Her olasılığı denemeliyiz”, diye buyurmuş tüccar. Hizmetçiler tapınağa koşmuşlar.
“Evimde olanları duymuş olmalısınız”, demiş zengin tüccar. “Sizi daha önce çağırmadıkları için hizmetlerimi bağışlayın. Ama bölgemizde sizi pek tanıyan yok. Lütfen tabutu indirmeye çalışın. Cenaze törenini gerektiği gibi bitirelim. Son umudum sizsiniz. En ünlü keşişler hünerlerini gösterdiler ama başaran kimse olmadı. Tabutu indirmeyi başarırsanız, sizi bol bol ödüllendireceğim, yeni bir tapınak yaptıracağım size”.
Keşiş tek söz söylemeden eğilmiş ve tabutun havada asılı kaldığı avluya gitmiş. Gizli güçler onu tutuyor gibiymiş.
Tabutun çevresinde toplanmış keşişler onunla alay etmişler. “Şu zavallıya bakın! Bizim başaramadığımız şeyi başaracakmış. Çok merak ettik doğrusu”.
Köylüler de onu parmaklarıyla gösterip “Şuna bakın! Bu, terkedilmiş eski tapınağın keşişi. Köfte yemekten başka bildiği bir şey var mıymış!”
“Şuna baksanıza! Hiç çok köfte yemiş birine benziyor mu! Baksanıza, ne kadar cılız! Giysileri dökülüyor. Belki de bu keşiş bolluk içinde yaşayan şu yağlı keşişlerden çok daha fazlasını biliyordur.”
Keşiş bu sözlerin hiçbirine aldırış etmemiş. Sanki bu sözler onunla ilgili değilmiş gibi! Havada asılı duran tabuta yaklaşmış ve dua etmeye başlamış:
“BO-RON, BO-RON, MİO-KO TEN-Cİ…” Ama tabut kımıldamamış, KİU-TAÎ SA-HO KE-Dİ… ve o anda tabut sedyenin üstüne inmiş.
Herkes rahatlayarak derin bir soluk almış. Hâlâ rahatlayamamış olan zengin tüccar törenin devam etmesi için tabutu kaldırmalarını emretmiş, büyünün sürmesinden korkuyormuş.
Ama tabut gerçekten yeniden sıradan bir tabut haline gelmiş. Keşişler harekete geçmiş akraba ve davetliler uzun bir alay oluşturmuşlar. Büyükanne bütün yörenin en zengin tüccarına yaraşır biçimde gerektiği gibi toprağa verilmiş.
Törenden sonra, zengin tüccar keşişi çağırtmış ve ona tapınağının nerede kurulmasını istediğini sormuş. Ama keşiş yeni bir tapınak istemiyormuş. O ıssız, yarı yıkık yarı onarılmış eski tapınağını istiyormuş; istediği olmuş. Tüccar bir sürü zanaatkâr getirtmiş; marangoz, yontmacı, boyacı ve daha başka bir sürü usta… Eski tapınak yerini sütunları kırmızı lakeli, işlemeli ahşap bir tapınağa bırakmış. Tapınağın içinde çok sayıda ağaçtan aziz heykel varmış.
Yeni tapınak birçok keşişi çekmiş. Keşişler tapmak çevresinde kulübeler kurmuşlar. Derken büyük bir manastır doğmuş. Manastırın başrahibi olan yaşlı keşişin ünü cenaze töreninde kanıtladığı bilgisiyle bütün memlekete yayılmış. Tapınak hacıların ziyaret yeri haline gelmiş. Hacıların yanı sıra birçok tüccar, zanaatkâr da gelmiş. Kısa zaman içinde manastırın çevresinde bir şehir oluşmuş.
Böylece, dişi kedi yalnızca yaşlı keşişe yardım etmekle kalmamış, birçok insan da bu şehirde ev bark sahibi olmuş.
Yaşlı keşiş kedisiyle mutlu yaşamış. Yine de ilkbahar gelince bir süre manastırdan uzaklaşır, doğada dolaşırmış. Dağların yeşilliğinin, kuşların ötüşünün tadını çıkarırmış. Yaşlı bacakları eskisi gibi hizmet etmediği için çabucak evine dönermiş. Gerçekten de diyar diyar dolaşmak artık yaşlı adam için çok zormuş.
Katıldığı cenaze törenlerinde tabutun başını bir ejderha başıyla süslemelerini salık verirmiş.
“Olur ya, yardımsever dişi bir kedi cenaze töreninde iyilik olsun diye zorluk çıkarır”, diye alçak sesle mırıldanırmış.
apon Masalları
Yeni Kuşak Yayınları
Ankara/2000